|
İngiliz filozofu F. Bacon nerede ise dört yüz yıl önce bilginin bir güç, bir kuvvet olduğunu söylemişti. Bu sözün üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra ancak iki binli yıllara girerken aynı sözlerin söylenmeye başlanması; dahası , insanlığın yaşadığı tarım ve sanayi toplumlarının ardından yeni oluşacak olan toplumun ‘bilgi toplumu’ olacağının söylenir olması , bana ilginç geliyor. Bilmem siz de bana katılır mısınız ? OECD’nin her yıl yayınlamakta olduğu Bilgi Teknolojileri Genel Bakışı 2000 yılı için şöyle başlıyordu: “Bilgi teknolojisi ekonomiyi, gelişmeyi, üretimi, meslekleri ve iş alanlarını ve nihayet, insanların vakitlerini nasıl kullandıklarını doğrudan ve önemli düzeyde etkilemektedir. Ülkeler içinde ve ülkeler arasında dijital ayırımcılık (digital divide) veya bilgi fakirliği/zenginliği dünyanın geleceği için yeni bir önemli sorun olarak görülmektedir.” Doksanlı yıllara doğru gelirken tüm dünyada dikkat çekmeye başlayan ‘bilgi’, ‘bilgi çağı’, ‘küreselleşme’ ve ‘toplam kalite yönetimi’ gibi sözcükler ardından ikibinli yıllarla beraber sıkça kullanır olduğumuz ‘bilgi toplumu’ ve ‘yeni ekonomi’ sözcüklerin hepsinin aralarında çok yakından ilgi ve ilinti bulunduğunu, ortak paydalarının da ‘bilgi’ ve ‘insan’ olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Nitekim ‘yeni ekonomi’ terimi yanında ‘dijital ekonomi’, ‘e-konomi’,’bilgi ekonomisi’, ‘bilgi destekli ekonomi’ , ‘küresel bilgi ekonomisi’ ve hatta ‘yenilenen ekonomi’ terimlerinin de gerçekte aynı şeyi tanımlamaya çalıştıklarının da bilincindeyiz. Aslında belki de bütün bu terimler arasında en gerçekçi olanı ‘yenilenen ekonomi’ olmalıdır. Zira söz konusu olan şey ekonominin yeniliğinden daha çok, eski ekonominin bazı boyutlarının ağırlık kazanarak yenilenmesidir. Biliyorum, yeni ekonomi farklı kişilere farklı şeyler söylüyor. Ama kısaca, Yeni Ekonomi, “eski ekonominin ‘bilgi’ ‘insan’ ve ‘bilgi teknolojileri’ ögelerinin her zamankinden daha çok önem ve değer kazandığı yenilenmiş halidir.”, desem doğru olacaktır diye düşünüyorum. Tek başına bilgi değil, tek başına insan veya bilgi teknolojileri değil; ama üçü birlikte. Canım, insanoğlu bilgiye ve insana binlerce yıldır zaten değer veriyordu, nedir yeni olan? diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. O zaman size şunu hatırlatmak isterim. Bilgi teknolojileri (BT) veya bilişim araçları adını verdiğimiz bilgisayar donanım ve yazılımı, iletişim ve son yıllarda ağırlık kazanan internet ile çoklu ortam veya multimedya dediğimiz araçlar son yirmi-otuz yıldır insanoğluna şimdiye kadar insanlık tarihinde hiçbir zaman erişilemeyen hızda, kapasitede ve boyutta bilgiye erişim, iletişim, işleme, değerlendirme, saklama yeteneği sağladı. Bilgi teknolojileri ekonomiyi, üretimin yapısını ve gelişmesini, meslekleri, iş bulmayı ve insanların zamanlarını değerlendirmeyi,kısacası tüm yaşamı, çok yakından ve derinden etkiler oldu. İnsanoğlu , aldığı kararlarda gerekli olan bilgiye gerekli zamanda, sürede ve doğrulukta ulaşabilmeye,ona sahip olmaya başladı. İnsanoğlu insanı daha yeni yeni tanımaya başladı desem yeridir. Zira bütün bu oluşumda önemli olan şeyin insan olduğunu tam olarak görmeye , anlamaya yeni başladık. Başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerin son yıllarda insana ve eğitime , insan kaynağına yönelip ona birinci önceliği vermelerinin kökeninde kanımca bu bilinç yatıyor. Hepimizin alışverişini, çalışmasını, iş hayatını, birbirimizle ve tüm dünya ile olan etkileşimimizi tarihsel diyebileceğimiz bir boyutta ve ölçekte etkileyen ve etkileyebilecek olan bir gelişmenin ortasında bulunuyoruz. Yeni ekonomi ve onun bir parçası olan Elektronik Ticaret veya e-ticaret işte bütün bu gelişmenin bir boyutunu oluşturmaktadır. E-ticaretin gelişmesi , vergi idaresi; vergi politikası ve vergi hukukundaki yeni yasal düzenlemeleri de gerekli ve zorunlu kılmaktadır. E-ticaret için bilgi alt yapısına da gerek vardır. Dünya Bankası tarafından son yıllarda yayınlanan yıllık raporlardan birisinde bir ülkenin gelişmesi ile bilgi ilişkisi ele alınmıştır. Bu raporda da yer verildiği gibi , bugün tüm dünyada gözlenen bir eğilim var. Getirisi en yüksek yatırım artık eskisi gibi fabrikaya , makineye, tarlaya değil, yaratıcılığa/buluşa, bilgiye, teknolojiye, insana yapılan yatırımdır. Bu günün gözde yatırım alanlarının bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon (iletişim) olması, bu gerçeğin göstergelerinden biridir. Elektronik ticaret (e-ticaret) hacminin son yıllarda sürekli büyümesi de aynı eğilimin bir başka yansımasıdır. Yönetişim( governance ) ile ekonomik başarı arasındaki bağlantı belki de hala çok açık olarak görülemiyor. Konu ancak son birkaç yılda gereken ilgiyi çekmeye başladı. Seksenli yıllarda ekonomik reform alanında oluşturulan Washington Uzlaşması içinde yönetişim kavramı yer almamıştı. IMF ve DB uzmanları ekonominin gelişmesi için, piyasa ekonomisi yanlısı politikaların benimsenmesi, ekonominin dışa açılması, serbest piyasa düzenine yer verilmesi, kamu finansmanında basiretli bir yolun izlenmesi ve yabancı para kur değerinin aşırı artışının önlenmesi gibi tedbirlere yer vermişlerdi. Bütün bunlar IMF/DB politikası olarak özelleştirme programlarına da yansıtılmıştı. Ama bu resim 90’lı yıllarda iki nedenle değişti. Önce, Rusya ve Doğu-Orta Avrupa’daki uydu ülkelerdeki deneyimler yönetişim kurumlarının ekonomik reformlar için yaşamsal önem taşıdığına politika yapımcılarını ikna etti. Düzenleyici kurulların olmadığı, yeterli düzeyde ücret alan kamu görevlilerinin bulunmadığı, temiz ve dürüst hakimlerin görev yapmadığı , etkin vergi toplama düzeninin olmadığı ve serbest piyasa ortamının sağlıklı olarak oluşamamasının sadece eski vahşi batı kapitalizmine yol açtığı çeşitli deneylerle görüldü. Bu ders , ardından gelen 1997-98 Asya finans krizi ile de pekişti. Menkul kıymetler borsaları çöktü, bankalar battı, ulusal paralar değer yitirdi. Olaylardan birkaç ay öncesine kadar Asya mucizesini kutlayanlar birden uyanıverdiler: Çünkü Asya ülkelerindeki yönetişim Singapur dışında berbattı. Hala iyi yönetişim hakkında tam olarak bilemediğimiz şeyler var. Hala kimi ülkelerin kamu yönetiminin kimi alanlarda iyi oldukları halde diğerlerinde neden kötü oldukları hala anlaşılamıyor. Ama yönetişimi ihmal eden uluslara neler olduğunu biliyoruz: Bankalar yanlış kişilere yüksek ölçüde krediler verir; vergiler tam toplanamaz. Ekonomi çöker. Kısacası , yeni ekonomide sorunlar vardır ama yeni fırsatlar da vardır. Önemli olan yönetişimin yeni politikalar gerektirdiğinin bilincine varılmasıdır. Geçen yıl yayınlanan bir OECD raporunda yeni ekonominin başarısı için gereken temel yaklaşımlar şöyle özetlenmişti : Riskin yayılması için - hükümetlerin yüksek riskli araştırmaları desteklemesi, - buluş (innovation) ağının geliştirilmesi, - risk yönetimi için yeni finans kaynaklar sağlanması, yararlı olacaktır. Yeni fikirlere açık olmak ön koşuldur. İnsan sermayesine değer verilip geliştirilmelidir. Bunun için eğitim birinci öncelikli konu olmuştur. BT nin sağladığı yararı yükseltmek için - mevzuat reformunu gerçekleştirmek, - hizmetle ilgili kapasiteyi artırmak , gerekir. Raporda dikkat çeken önemli noktalar ise şunlardır: * BT ve bilgi destekli ekonominin hızlı yayılma gücü * Liberalleşme ve yakınsama (convergence) * Internet ve elektronik ticaretin gelişmesi * BT politikasının ekonomik politika ile yakından etkileşimi * Digital “yeni” ekonomi ve “bilgi toplumu”nun doğuşu. Ticaret alanındaki liberalleştirme ve telekomünikasyon alanlarındaki deregülasyon uygulamaları dünyadaki BT pazarlarının gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Yine OECD tarafından yapılan bir araştırmaya göre bilgisayar teçhizatının 1990-1998 döneminde ekonomik gelişmeye olan katkısı 1970-79 dönemindeki katkı oranının beş katı, 1980-89 dönemindeki katkı oranının da iki katından daha daha fazladır. E-ticaretin ekonomi üzerindeki etkileri ile ilgili olarak beş konu öne çıktı. E-ticaretin ekonomik ve sosyal etkilerini tam olarak kavrayabilmek için bu beş konunun üzerinde durulması gerekir: a)E-ticaret piyasaları geliştirip dönüşüme uğratmaktadır. b)E-ticaret çeşitli alanlarda katalizör etkisi yapmaktadır. c)Internet üzerindeki e-ticaret ekonomideki karşılıklı etkileşimi çok artırmaktadır. d)E-ticaretin gelişmesi için teknik ve anlayış bakımlarından gereken en temel ilke açıklık veya saydamlıktır. e)E-ticaret zamanın taşıdığı göreceli önemi de değiştirmektedir. Yeni yüzyıl başlarında Internet üzerindeki elektronik ticaretin hacmi onlarca milyar ABD Doları olarak kestirilmektedir. Böylesi bir potansiyelin daha etkin olarak değerlendirilebilmesi için küresel iş hayatı ve ticaretin desteklenebilmesi için gereken saydam ve güvenilir yasal ortamın gelişebilmesi amacıyla hükümetler katı kurallardan uzak ve piyasa koşullarına uygun yaklaşımlar benimseyip uygulamalıdırlar. Internet kullanımı bir yandan gelişirken, diğer yandan pekçok şirket ve Internet kullanıcısı hükümetlerin Internet ve e-ticaret üzerinde katı kurallar koyacağı endişesi içinde bulunmaktadırlar. Bunlar arasında vergiler, iletişimi yapılan bilgiler üzerinde bazı kısıtlar, standartlar geliştirilmesi konusunda denetim, lisans gerekliliği ve servis sağlayıcıların koyacağı yüksek fiyat tarifeleri sayılabilir. Kesin olan şey Internet üzerindeki ticaretin gelişebilmesi için hükümetlerin çok etkin olabileceklerdir. Alacakları kararlarla e-ticareti kolaylaştırabilir veya tam tersine onu zorlaştırabilirler. Amerikan Ulusal Araştırma Konseyi (NCR) tarafından hazırlanan bir raporda yer alan bir önerinin Türkiye için de geçerli olduğunu düşünüyorum: Hükümetimiz, Türkiye’nin bilgi ve iletişim altyapısını değiştirmek, güçlendirmek ve geliştirmek fırsatına ve bu alandaki gelişmenin güçlenerek sürdürülmesi için yönlendirebilme olanağına sahiptir. Bunu yapabilmek için çeşitli mekanizmalar mevcuttur. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: -Liderlik ve vizyon sağlamak; -Çıkarları dengelemek ve rekabet ortamı oluşturmak; -Bilgi altyapısını şekillendirmek. Bu arada standartlar, satın alma yöntemi, araştırma ve geliştirme gibi konular da ayrıca belirtilebilir. Öncelikle internetle ilgili e-ticaret, e-iş gibi alanlarda da standartların en kısa zamanda belirlenip uygulamaya konulması zorunlu görülmektedir. Bunlar yanında mevzuat değişiklikleri, vergi teşvikleri gibi alanlar da ayrıca sayılabilir. Bütün bunlar yapılırken kamu çıkarı yanında özel sektörün çıkarının da dengeli korunmasına, ülkemiz çıkarlarının ve insanımızın ortak değerlerinin üstün tutulmasına da önem verilmelidir. E-ticaretin başarısı özel sektör ve kamu sektörünün etkin bir işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bu işbirliğine Sivil Toplum Kuruluşlarının da katkısı yararlı olacaktır. Kamu katkısı dikkatli ve tutarlı olmalı, kurumlar arasındaki olası çelişkiler ve çatışmalar da önlenmelidir. E-ticaret konusunda şimdiye kadar elde edilen sonuçlar, kişiye özgülük (privacy), tüketici korunması, altyapı oluşumu ve erişim olanağı ve vergilendirme gibi konular da dahil olmak üzere geniş kapsamlı ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bunlar arasında teknoloji politikası, ticaret politikası rekabet politikası, mevzuat reformu , sosyal politikalar ve iş hayatı ile ilgili hükümet politikaları özellikle sayılabilir. Internet üzerindeki e-ticaret olanaklarının geliştirilmesi için şu temel ilkelere uyulmalıdır: 1) Özel sektörün öncülüğüne olanak sağlanmalıdır. 2) Hükümetler e-ticaret üzerinde gereksiz kısıtlar koymamalıdırlar. 3) Hükümet müdahalesi gereken durumlarda bu müdahale e-ticaretin desteklenmesi ve açık, minimal kuralcı, tutarlı ve uygulanması kolay yasal ortamın sağlanması yönünde olmalıdır. 4) Internet üzerindeki e-ticaret küresel düzeyde kolaylaştırılmalıdır. E-Ticaret ve internet uygulamaları konusunda özellikle Türkiye açısından önem taşıyan sorunlar ise şöyle özetlenebilir. a) Bilgi ve ağ altyapı sorunları (teknik altyapı ve standartların eksikliği, içerik yokluğu/eksikliği); b) Hukuksal yapıda gereken değişiklikler ve yasal tanımlar (Borçlar hukuku, usul hukuku, ticaret hukuku, fikri ve sınai haklar hukuku, telif hakları, patent ve ticari marka hakları, yasa dışı yayınlar, elektronik imza ve belgelerin doğruluğu, vergi hukuku, vb); c) İşlemlerde güvenliğin ve kişiye özgülüğün (privacy) korunması; d) Gümrükler ve mal teslimatı. Bütün bu saydığım konuların kiminde bazı çalışmalar başlatılmış hatta sürdürülmekte olabilir. Ancak, bu ve benzer çalışmalar arasında eşgüdümü sağlayıp, bilgi, emek ve parasal kaynak tasarrufu sağlayabilecek, sadece kamunun değil , özel sektör , sivil toplum kuruluşları,üniversiteler ve basın/medyanın da katkı ve katılımına açık olabilecek yetkili ve sorumlu bir kurumsal yapı Türkiye’ de eksiktir. Böyle bir yapının özellikle eAvrupa , eAvrupa+ ve eTürkiye gibi bilgi toplumu alanındaki çalışmalar için oluşturulması hedefi Hükümetimiz tarafından AB için Ulusal Programa da konulmuştur. Bu hedefin en kısa zamanda gerçekleşmesinin Ülkemizin ve Halkımızın yararına olacağına inanıyoruz. Prof Dr. Ziya AKTAŞ İstanbul Milletvekili TBMM Bilgi ve Bilgi Teknolojileri Grubu Başkanı Yeni ekonomi. Bu sözcük Nasdaq borsasındaki gelişmeleri, Internetteki yeni iş modellerini veya Turkcell gibi bir teşebbüsün kısa sürede ulaştığı piyasa değerini açıklamak için başvurduğumuz bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak yeni ekonomi nedir, nasıl tanımlanabilir ? Gerekçelerini açıklamak için yeni ekonomi kavramına atıfta bulunulan olayların çokluğu kadar yeni ekonomi tanımı bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu farklı tanımların ortak paydasını alarak yeni ekonomiyi “Enformasyonun başat olduğu ve bu bilginin gittikçe yoğunluk kazanan şebekeler vasıtasıyla iletildiği küresel bir ekonomi” olarak tanımlamakta bu inceleme bakımından fayda görülmektedir. Başka bir anlatımla, yeni ekonominin bir taraftan küreselleşme yoluyla eski ekonomik yapıyı deviren, diğer taraftan şebeke ekonomileriyle pazarın yapısını değiştiren bir güç olduğunu görmek gerekiyor. Bu sunuşta yeni ekonomiye rekabet gözlüğüyle bakılacaktır. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için ilk aşamada yeni ekonominin temel özellikleri tanımlanacak, bunun rekabet kuralları bakımından taşıdığı önem vurgulanacak ve nihayet rekabet kurallarının uygulanmasında gerekli olabilecek değişiklikler somut örnekler ve sektörel uygulamalarla ele alınacaktır. I. YENİ EKONOMİ VE ŞEBEKELER Yeni ekonomiyi tanımlayan iki unsurdan biri küreselleşmeyse diğeri de şebeke ekonomileridir. Şebeke ekonomileri bilgi teknolojileri, telekomünikasyon, elektrik, ulaştırma gibi uç noktalar ile aralarındaki iletişim bağlarından oluşan bir şebeke düzeni içinde yapılanan sektörlere verilen addır. Bu tipteki ekonomilerin rekabet kuralları bakımından da önem taşıyan bazı özellikleri bulunmaktadır. (1) Bu tip ekonomileri tanımlayan en önemli özellik kuvvetli dışsal faktörlerdir . İki tip dışsal faktör bulunmaktadır : doğrudan ve dolaylı. Doğrudan dışsallıklara örnek olarak şebekenin değerinin şebekeye yeni eklenen uç noktasının değerinden daha fazla artıyor olması gösterilebilir. Başka bir deyişle şebekenin değeri, şebekeyi oluşturan birimlerin değerinden daha fazladır. Örneğin tek başına bir faks makinası herhangi bir işe yaramayacak ancak faks kullanıcılarının sayısının artması ile faks makinasının faydası da artacaktır. (2) Dolaylı dışsallık ise tamamlayıcı ürünlere ihtiyaç duyulan piyasalarda ortaya çıkmaktadır. Örneğin yazılım pazarında Microsoft Windows’un değerinin bu işletim sistemi üstünde çalışan yazılımların sayısı ile orantılı olarak arttığı bilinmektedir. (3) Bu tip yapılanmaların bir ilginç özelliği de değerin miktarla birlikte artmasıdır. Geleneksel ekonomide, bir ürün ne kadar azsa değeri de o derece fazladır. Örneğin dünyanın en değerli taşlarından olan elmasın değerinin korunabilmesi bu pazarda küresel düzeyde oluşturulan, De Boers tarafından yönlendirilen üretimi sınırlamaya yönelik kartel sayesindedir. Oysa ki yeni ekonomide bu kural tersine işlemektedir. Bir şebeke ürününün değeri, onunla bağlantı kurabilecek ürünlerin sayısına bağlı olarak artmaktadır. (4) Bu tip yapılanmaların bir başka özelliği de miktar arttıkça üretim maliyetinin düşmesidir. Geleneksel ekonomilerde bu düşüş belirli bir seviyeye kadar geçerlidir. Bir aşamadan sonra ortalama maliyetler yeniden artmaya başlar. Oysa ki yeni ekonomide böyle bir engelleyici faktör bulunmamakta, artan üretimle birlikte marjinal maliyet asimptotik olarak sıfıra yaklaşmaktadır. Elektronik yolla dağıtılabilen yazılım veya MP3 formatında müzik gibi ürünler bu konuyla ilgili olarak örnek gösterilebilir. Yeni ekonominin yapısal özellikleriyle ilgili bu saptamalar, yeni ekonominin özelliklerini taşıyan piyasalarda rekabetin korunmasının farklı yaklaşımlar gerektirebileceğinin de ipuçlarını vermektedir. Yeni ekonomide rekabetin korunması bu ekonominin ön plana çıkardığı özelliklerin doğru yorumlanmasıyla mümkündür. Kaldı ki, şebeke ekonomisi olarak tanımlanan sektörler dünya ekonomisinin şimdiden önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ayrıca bu sektörlerin büyüme hızları , geleneksel sektörlere çok daha yüksek olmaktadır. Ekonominin geneli %2-4 büyüme kaydederken, bilişim, telekom gibi sektörler % 10-15 oranında büyümektedir. Bunun sonucunda bu tip sektörlerin ekonomideki ağırlıklarının da zaman içerisinde artmasını beklemek gerekir. Dolayısıyla 21. Yüzyılda rekabet politikası yeni ekonominin özelliklerine uygun bir pratik geliştirmek zorunda kalacaktır. II. YENİ BİR REKABET MODELİ? Yeni ekonomi rekabet koşulları açısından geleneksel ekonomiye oranla hangi unsurlarıyla farklı bir tablo oluşturmaktadır ? Bu soruya verilecek cevap bir anlamda yeni yüzyılda rekabet stratejilerinin değişen veya değişmesi gereken önceliklerine de ışık tutacaktır. Bu kapsamda öncelikle vurgulanması gereken yeni ekonomide ağırlıklı bir yeri olan şebeke ekonomilerinin ayrılmaz bir parçası olan dışsal faktörlerin, bu piyasalara girişi kısıtlayan en önemli engel olduğudur. Şebeke ekonomilerinde bu tip dışsal faktörlerin yoğunluğu ve etkisi nedeniyle, pazarın gerçek anlamda rekabetçi bir pazar olması veya en azından giriş çıkışın serbest olduğu “contestable” bir pazar olması beklenmemelidir. Bu tip piyasalarda ister istemez sınırlı sayıda aktör yeralacak ve piyasanın yoğunlaşma derecesi yüksek olacaktır. Dolayısıyla bu tip piyasaların tekelleşmeye bilhassa yatkın piyasalar olduklarını teslim etmek gerekir. Üstelik oligopolistik bir piyasa yapısından zaman içinde tekelci bir piyasa yapısına doğru bir kayma da beklenebilir. Bunun nedeni ise bu tip piyasalarda rekabetin “kazanan her şeyi alır” şeklinde tanımlanan bir rekabete daha yatkın olmasıdır. Mevcut kuvvetli piyasaya giriş engelleri ve şebeke ekonomileri nedeniyle, bu tip piyasalarda bir kez hakimiyet kuran teşebbüslerin dış müdahale olmadığı takdirde hakimiyetlerini güçlendirerek sürdürmeleri mümkündür. Dolayısıyla bu tip piyasalarda strateji, pazara ilk giren veya en azından ilk girenlerden biri olmak ve en kısa sürede pazar payını artırmaya dayalıdır. Zira marjinal maliyetlerin düşük olması ve hızlı dağıtım teknikleri bu sektörlerde faaliyet gösteren firmaların daha çabuk kritik bir başarı seviyesine ulaşmalarını sağlamaktadır. Başka bir deyişle bu ekonomilerde başarı eşiği daha düşüktür. Fakat bir kere bu eşik yakalandığında da gerisi kartopu gibi gelmekte ve büyümeyi durdurmak veya önlemek pek mümkün olamamaktadır. Örneğin Microsoft 1985 yılına kadar adı pek duyulmamış bir şirketten, 1999 yılında dünyanın pazar değeri en yüksek firması olmuştur. Aynı hikaye Cisco Systems açısından da geçerlidir. Bu kısa sürede elde edilen müthiş başarı bir bakımdan da yeni ekonominin gücünü yansıtmaktadır. Bu senaryo, yeni ekonomide ilk avantajı ele geçirmenin kritik önemini vurgulamakta ve firmaların başarı seviyesini geçen ilk firma olabilmek için rekabeti bozan bazı uygulamalara başvurma gerekçesini açıklamaktadır. Bu tip davranışlar denetlenmediği takdirde, yeni ekonomide geleneksel ekonomiye oranla daha kısa sürede etkisini göstermekte ve ileride telafisi zor bir pazar yapısına yol açabilmektedir. Yeni ekonomi ve rekabet koşulları bakımından geçerli olan bu genel saptamaları takiben bu koşulların rekabet politikası bakımından doğuracağı bazı somut sakıncaların değerlendirilmesinde yarar görülmektedir. SEKTÖREL YOĞUNLAŞMALAR Şebeke ekonomilerinin temel özelliklerinden biri şebekeye eklenen her birimin, şebekenin değerini kendi değerinden daha fazla artırmasıdır. Bu olgu, şebekeleri sürekli büyümeye itmektedir. Büyüme teker teker veya bireysel uç noktaların eklenmesiyle yapılabileceği gibi, toptan başka şebekelerin satın alınmasını, başka bir deyişle devralmaları da içermektedir. Finansal piyasaların şebeke ekonomisi modelinde faaliyet gösteren firmaları değerlendirirken uyguladıkları kriterler de şebekelerin büyüklüğünü esas aldığından, bu tip operasyonların küresel sermaye piyasaları tarafından finanse edilmesinde sorun yaşanmamaktadır. Öte yandan bu alanda yoğunlaşmaları çekici bir başka unsur da rakip bir şebekenin satın alınmasının o şebekeyle yapılacak bir stratejik işbirliği anlaşmasına oranla iki misli fazla değer yaratmasıdır . Son zamanlarda hız kazanan Telefonica/Alta Vista veya Vodafone/Mannesman gibi rekor büyüklükteki birleşmelerin temelinde bu unsurlar yatmaktadır. Bu alanda karşılaşılan birleşme eğiliminin bir başka nedeni de, yeni ekonomide hakimiyet yaratmış firmaların bu hakim durumlarını tehlikeye atabilecek en önemli dış faktörün gelişen teknoloji olduğunun bilincinde olmalarıdır. Yeni ekonomide hakimiyet belirli bir teknolojiye dayanmaktadır. Bu teknolojinin değişmesi ve gelişen yeni bir teknolojiyle tamamen değerini yitirmesi halinde, eski teknolojik ortamda hakimiyet kuran firmanın bunu korumak için yeni teknolojiyi sahiplenmesi veya en azından ona diğer rakipleri kadar kısa sürede ayak uydurması gerekmektedir. Yakın geçmişin iktisadi tarihi, bir devken cüce olan firmaların hikayeleriyle doludur. Wang’in durumuna düşmek istemeyen firmalar, hakimiyetlerini korumak için teknoloji şirketlerini devralma yoluna gitmektedir. Bütün bu unsurlar yeni ekonomide rekabet otoritelerinin yoğunluğu ve maddi değeri artacak olan birleşme operasyonlarını yeni bir bakış açısıyla incelemeye hazırlıklı olmaları gerektiğini göstermektedir. FİYAT AYIRIMCILIĞI Yeni ekonomiyi tanımlayan unsurlardan biri marjinal maliyetlerin düşük hatta sıfıra yakın olmasıdır. Bu tip piyasalarda, ürünü geliştirmenin maliyeti önemli fakat bir kez üretildikten sonra onu kopyalamanın veya benzerlerini piyasaya sürmenin maliyeti son derece düşüktür. Bu tip piyasalarda faaliyet gösteren teşebbüsler ürünlerinin satış fiyatını saptamakta güçlük çekebilirler. Zira rekabetçi piyasalar için bilinen fiyat = marjinal maliyet denklemi bu tip pazarlarda tutmamaktadır. Firmalar ürünlerini öyle bir fiyattan satmalılar ki bu fiyat hem marjinal maliyetin üstünde olmalı, hem de satış gelirleri firmanın ürün geliştirmeye harcadığı yüksek sabit maliyetleri karşılamalıdır. İlk ürünün maliyeti ile onu takip eden ürünlerin maliyeti arasındaki önemli fark, maliyet + gibi diğer geleneksel fiyatlandırma metodlarının da uygulanmasını güçleştirmektedir. Bu nedenle, yeni ekonominin özelliklerini taşıyan piyasalarda faaliyet gösteren firmaların başvurdukları fiyatlandırma stratejileri hakim durumda olmaları halinde rekabet kurallarını ihlal edebilecek nitelikte olabilmektedir. Örneğin bu tip bir pazar yapısında satış gelirlerini artırmanın en etkin yöntemlerinden birini ürün farklılaştırmasına giderek müşteri bazında fiyat ayırımcılığı uygulamaktır . Ürün farklılaştırması, ürünün rekabet kuralları bakımından farklı bir ürün piyasasında yeralması sonucunu doğurduğu takdirde daha kolaylıkla kabul görebilir. Ancak ürün farklılaşmasının sayısal ürünlerde tatbik edilen bir strateji olan ürünün yapay bir şekilde özelliklerinin değiştirilerek piyasaya sürülmesi sonucunda ortaya çıkması halinde ilgili ürün piyasasının tanımı rekabet otoritesinin yorumuna kalmaktadır. Bu durumda da rekabet otoritesi, geleneksel piyasalarda uyguladığı kurallardan farklı bir yaklaşımı benimsemek durumunda kalabilir. ELEKTRONİK TİCARET Elektronik ticaretin ekonomik alanda önemli değişikliklere neden olacak bir uygulama olduğu ifade edilmektedir. Gerçekten de ticaretin sanal ortama kaymasının etkileri dikkat çekmekte ve tartışma konusu olmaktadır. Bu eğilimin rekabet kuralları bakımından da değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. Meseleye rekabet kuralları açısından yaklaşıldığında, ilk olarak elektronik ticaretin beraberinde fiyat şeffaflığını getireceği saptamasını yapmak gerekir. Sanal ortamda satış, fiyatların önceden ilan edilmiş olmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle tüketiciler ilgilendikleri ürünün fiyatına kolaylıkla erişebilecekleri gibi, rakip teşebbüsler de piyasa fiyatlarını daha kolaylıkla izleyebilme imkanına kavuşabileceklerdir. Bunun sonucunda, yapısal nedenlerle rekabetin nispeten düşük olduğu piyasalardaki fiyat değişikliklerini bir anlamda gerçek zamanlı olarak tespit etmek mümkün olacaktır. Rakiplerine oranla daha düşük bir fiyatlandırma stratejisine başlayan bir teşebbüsün bu hareketi rakipleri tarafından hemen fark edilecek ve karşı tedbirlerin alınması muhtemelen gecikmeyecektir. Oysa ki fiyatını düşüren teşebbüsün amacı rakipleri buna tepki göstermeden geçecek süre zarfına satışlarını artırarak pazar payını yükseltmektir. Sanal ortam işte bu tip fırsatları hemen hemen ortadan kaldırmaktadır. Zira fiyat değişikliğinin rakipleri tarafından anında saptanabilmesi nedeniyle tepkinin gecikmeden verilebilmesi, fiyat indirimi stratejisinin etkisini azaltacaktır. Bu durumda rakip firmalar da fiyatlarında ayarlama yaparak, fiyatını kıran firmaya müşteri kapmaya zaman bırakmayacaklardır . Bu nedenle, yapısal nedenlerle oligopol niteliği taşıyan piyasalarda elektronik ticarete geçilmesinin fiyat rekabeti üzerinde olumsuz etkileri olacağı bazı çevreler tarafından ifade edilmektedir . Yeni ekonomide bilgiye ulaşım kolaylaşmaktadır. Tüketiciler sanal ortamda alternatif satıcılar arasında fiyat karşılaştırmasını daha kısa sürede ve daha etkin biçimde yapabilmektedir. Hatta bu tip işleri yapan arama motorları da türemiştir. E-ticaretin gelişmesi bu eğilimi daha da güçlendirecektir. Bunun sonucunda fiyatlar düşecek ve kâr marjları azalacaktır. Böyle bir tehlikenin farkında olan satıcıların başvuracağı temel yöntem ise fiyat rekabetinin olabilecek olumsuz etkilerinden arınmak için müşterilerinin kendilerine olan bağımlılığını artırmak olacaktır. Başka bir deyişle müşteri sadakatinde başarı sağlamak, artan fiyat rekabeti karşısında hayatta kalabilmenin kriterini oluşturacaktır. Oysa ki müşteri sadakatini artırmaya yönelik sadakat programları, hakim durumdaki teşebbüsler için rekabet kurallarının ihlali anlamına gelebilmektedir. Öte yandan, sadakat programlarının etkisi arttıkça piyasadaki fiyat rekabeti de azalacaktır. Zira daha düşük fiyat belirli bir satıcıya “bağlanmış” olan tüketicinin başka bir satıcıya yönlenmesi için yeterli olmayacaktır. Bu durumda rekabet fiyat rekabeti olmaktan çıkacak ve müşteriyi kapma rekabeti haline dönüşecektir. Bugün hava taşımacılığı piyasasında gözlenen rekabet modeli de budur. Bu sektörde müşteri sadakatini sağlayan “frequent flyer” programlarının etkisi de bu olgudan kaynaklanmaktadır. Sonuçta yeni ekonomi ilk aşamada fiyat rekabetini körükleyecektir ve körüklemektedir. Ancak piyasanın nihai yapısı bu fiyat rekabetinin olumsuz etkilerini sınırlamak isteyen firmaların yürürlüğe koyacakları tedbirlere göre şekillenecektir. Sadakat programlarını ön plana çıkaran bu yaklaşımın rekabet otoritesince yakından izlenmesi gerekecektir. Elektronik ticaretin fiyat rekabetiyle ilgili bir başka olası etkisi de fiyat kartelleriyle ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere fiyat karteli, rakip teşebbüslerin satış fiyatlarının tespitine yönelik anlaşmalara verilen addır. Fiyat kartelleri, rekabet otoritelerinin rekabet düzeni bakımından en tehlikeli olarak gördükleri uygulamaların başında gelmekte ve nitekim rekabet davalarında en ağır cezalar genellikle fiyat karteline taraf olmuş teşebbüsler uygulanmaktadır. Fiyat kartellerine ilişkin ekonomik doktrin incelendiğinde, fiyat kartelinin oluşmasını kolaylaştıran bir unsurun bu kartelin kamu otoritesince saptanmasının zorluğu olduğu, kartelin devamlılığına katkıda bulunan bir unsurun ise kartele taraf olup da anlaşma hükümlerini gizliden gizliye ihlal eden tarafların saptanması olasılığı olduğu görülmektedir. Elektronik ticaret bu iki bakımdan da kamu otoritesinin işini zorlaştırmaktadır. Elektronik ticaretin beraberinde getirdiği hızlı enformasyon akışı, fiyatlardaki değişikliklerin bir uyumlu eylem sonucu olup olmadığına kanaat getirilmesini güçleştirmektedir. Zira bazı hallerde , bu birbirini takip eden fiyat değişikliklerinin sanal ortamın sağladığı fiyat şeffaflığının bir sonucu olarak da yorumlanması mümkün olabilir. Öte yandan, bu fiyat şeffaflığı kartel anlaşmasını ihlal eden tarafların da saptanmasını kolaylaştırmakta olduğundan, kartel anlaşmasının olası ihlalini önlemekte ve dolayısıyla kartelin daha sağlam bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmaktadır. Elektronik ticaretin rekabet kurallarıyla ilgili bir başka boyutu da sanal pazarların oluşturulmasında meydana çıkmaktadır. Günümüzde çeşitli sektörlere hizmet veren elektronik sanal pazarlar bulunmaktadır. Ancak dikkat çeken bir husus, alımlarda ölçek ekonomilerinden yararlanabilmek için piyasada rekabet içinde bulunan firmaların bu sanal pazarları ortaklaşa kurma teşebbüsleridir. Otomotiv sektöründen, kimya sektörüne; ilaç sektöründen demir çelik sektörüne kadar birçok sektörde lider konumdaki firmalar biraraya gelerek elektronik ticaretin sağladığı avantajları kullanarak ortak satınalma yapabilme amacıyla küresel sanal pazarlar kurmuşlardır. Üstelik elektronik ticarette önümüzdeki dönemde tek bir sektöre hitap eden dikey “portal”lar veya sanal pazarların birçok sektöre hitap eden yatay pazarlara oranla daha başarılı olacakları ifade edilmektedir . Dolayısıyla bu tip ortak girişimlerin önümüzdeki dönemde hızla artmasını beklemek gerekir. Kaldı ki elektronik ticaret ortamında rakip işletmeleri biraraya getiren girişimler satınalma ile sınırlı kalmamakta, ortak satışa da yönelinmektedir . Rekabet kuralları rakip teşebbüslerin ortak satınalma yapmalarına ihtiyaçlarının tümünü veya büyük bir bölümünü bu yolla yapmamaları halinde müsaade etmektedir . Ayrıca satınalma fiyatının da taraflar arasında önceden belirlenmemesi gerekmektedir . Sanal pazarlar belki bugün itibariyle firmaların ihtiyaçlarının büyük bölümünü temin ettikleri bir ortam değildir, ancak elektronik ticaretin kaydetmesi beklenen gelişmeyle birlikte gelecekte böyle bir niteliğe kavuşmaları da beklenmelidir. Örneğin işletmeden işletmeye elektronik ticaretin 1999 yılındaki iş hacminin 114 milyar dolar olduğu, bunun 2004 yılında 1.5 trilyon dolara çıkacağı tahmin edilmektedir. Öte yandan ortak satınalma amacına hizmet eden bu müşterek sanal pazarların, rakip firmaların girdi maliyetlerini eşitlemek suretiyle nihai üründe fiyat rekabetini sınırlayıcı bir yönü bulunduğunun da unutulmaması gerekir. Nitekim halihazırda ABD’de Federal Trade Commission (FTC) General Motors, Ford Motor, DaimlerChrysler, Renault ve Nissan Motor’un ortak oldukları satınalma sitesinin rekabet kurallarıyla uyumunu araştırmaktadır. Sözkonusu sitenin kurulma çalışmalarına FTC’nin araştırması sonuçlanana kadar ara verilmiştir. Elektronik ticaret amacıyla kurulan sitelerin rekabeti ihlal etme ihtimalinin güç kazanması, konuyla ilgili bazı tedbirleri de gündeme getirmiştir. Buna göre rakip işletmelerin katılımıyla oluşturulacak elektronik ticaret sitelerinin oluşabilecek tereddütleri ortadan kaldırmak için aşağıdaki ilkelere uymaları salık verilmektedir : Sitenin bağımsız bir üçüncü taraf tarafından işletilmesi, Sitede elektronik ortamda teklif verenlerin kimliklerinin saklı tutulması, Siteye üyeliğin açık tutulması, Sitede verilen bilgilerin kapsamının sınırlı tutulması, Site işleticisi tarafından toplanan finansal bilgilerin site katılımcılarıyla paylaşılmaması. Ancak ABD’deki beklenti, elektronik ticaret siteleriyle ilgili olarak ortaya çıkan bu kaygıların, bu alanda emsal teşkil edecek bir mahkeme içtihatı yoluyla giderilmesidir. SONUÇ Görüldüğü üzere yeni ekonomi rekabet koşullarında önemli değişiklikler yaratmıştır. Yeni ekonomide piyasa yapıları tekelleşmeye yatkın bir nitelik taşımakta, bu nedenle kritik büyüklüğü yakalayan işletmeler veya uygulamar kartopu etkisiyle rakipleri arasındaki farkı kolayca açma ve hakim duruma gelme şansını elde etmektedirler. Şirket stratejileri açısından bakıldığında, bu saptama firmaları biran önce pazarda faaliyet göstermeye, marka yaratmaya ve bir anlamda ne pahasına olursa olsun büyümeye teşvik etmektedir. Yeni ekonomi rekabetinde başarı işte bu hızlı büyüme ilkesine dayanmaktadır. Ancak kabul edilmelidir ki hızlı büyüme, bir firmanın uyguladığı stratejilerden veya sahip olduğu teknolojiden bağımsız birtakım dış faktörler tarafından da etkilenmektedir. Bu dış faktörlerin en başta geleni ise sermayedir. Büyümeyi finanse edecek sermayenin bulunması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. ABD ekonomisinde risk sermayesinin yeni ekonomi açısından taşıdığı anlam bu çerçevede vurgulanabilir. Yeni ekonomide geleneksel ekonomide olmadığı kadar dış kaynaklar önem kazanmıştır. Bu olgu ise yeni ekonomide başarıyı yakalamanın anahtarını gene kamu politikalarına vermektedir. Başka bir deyişle yeni ekonomide başarı firmaların başarısı olduğu kadar, bu işletmelere en uygun ortamı sağlayan Devletlerin de başarısı olacaktır. Sinan Ülgen 1987 yılında Virginia Üniversitesinden bilgisayar bilimleri ve ekonomi alanında mezun oldu. 1987-1989 yılları arasındaki askerlik hizmetini müteakip, Brugge Avrupa Kolejinde AB ekonomisi ve hukuku konusunda master yaptı. Bilahare intisap ettiği Dışişleri Bakanlığında 2 yıl süreyle Ankara’da Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kuruluşlar Dairesinde çalıştı. 1992-1996 yılları arasında Türkiye’nin AB Nezdindeki Daimi Temsilciliğinde görev yaptı. Bu dönemde Türkiye ile AB arasında yürütülen gümrük birliği müzakerelerine aktif olarak katıldı. Müzakere pozisyonlarının tesbitine ve Gümrük Birliği kararının yazımına katkıda bulundu. 1996 yılı sonunda Dışişleri Bakanlığından ayrıldı. İngilizce ve Fransızca bilen Sinan Ülgen halen AB Danışmanlık ve Yatırım Hizmetleri A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesidir. KAYNAKÇA Baker, B., (1996), ‘’Horizontal Price-Fixing in Cyberspace : Identifying Horizantal Price Fixing in the Electronic Marketplace, Antitrust Law Journal, Vol.65, Fall 1996, pp.41-55 Baker, D.I. (1995), ‘’Shared ATM Networks-The Antitrust Dimension’’, Federal Reserve Bank St. Louis, November/December 1995. Bright, C., (1996), ‘’EU Competition Policy: Rules, Objectives and Deregulation’’, Oxford University Press 1996, Oxford Journal of Legal Studies Vol. 16, No 4 Cave, M. and Cowie C., (1998), ‘’Not Only Conditional Access. Towards a Better Regulatory Approach to Digital TV’’,Communications & Strategies, no.30, 2nd quarter 1998, p. 77. Cockborne, JE.(1998), ‘’L’approche Globale de L’union Europeenne Sur Les Problemes De La Societe De L’ınformation’’, Revue du Marché commun et de l’Union européenne no. 422 Octobre 1998. European Commission (1992). “Livre vert : pluralisme et concentration des médias dans le marché interieur – Evaluation de la nécéssité d’une action communautaire”, COM (92) final. European Commission (1994), “Livre vert : pluralisme et concentration des médias dans le marché interieur – Evaluation de la nécéssité d’une action communautaire”, COM (94) 353 final. European Commission, (1995). Fifth Report on Competition Policy, point 36 on Belgian Industrial Timber. European Commission, (1997a) “XXVI Rapport sur la politique de concurrence 1996”, SEC(97), 628 final, 32. European Commission (1997b), “Green paper on the convergence of the telecommunications, media and information technology sectors and the implications for regulation”, COM (97)623, ii. European Commission (1999) ‘’The Development of the Market for Digital Television in the European Union.’’, ‘’Report in the Context of Directive 95/47/EC of the European Parliament and of the Council of 24th October 1995 on the use of standards for the transmission of television signals.’’ European Parliament (1992), ‘’The Economics of the Media Industry in the Community’’, Economic Series W1, EN-8-1992. Geradin, D. (1999). “L’ouverture a la concurrence des entreprises de réseau – Analyse des principaux enjeux du processus de libéralisation”. Cahiers de Droit Européen. 1999 No 1&2. Grewlich, K. (1999) “Cyberspace : sector specific regulation and competition rules in european telecommunications”. Common Market Law Review 36:937-969. Gunther, JP (1998), ‘’Politique Communautarie de consurrence et audio-visuel: etat des lieux’’, RTD eur.34 (1), janv-mars 1998. Hancher, L. and Sierra, Jose-Luis Buendia (1998), ‘’Cross-Subsidization and EC Law’’, Common Market Law Review 35: 901-945 Johnson D. and Post G., (1996), ‘’Law and Borders – The Rise Of Law in Cyberspace’’, Stanford Law Review, May 1996 www.cli.org/X0025_LBFIN.html Kelly ,K. (1996), “The Economics of Ideas”, Wired June 1996. Kelly,K. (1997). “New rules for the new economy”. Wired September 1997. Lehr, W (1998), ‘’Understanding Vertical Integration in the Internet’’, EURO CPR’98 Conference, Venice, March 1998. Mc Callum, L. (1999). “ EC Competition Law and Digital Pay Television”. European Commission Competition Policy Newsletter, 1999 Number 1 February. Melamed, A.D., (1999), ‘’Network Industries and Antitrust’’, April 10, 1999, www.usdoj.gov/atr/public/speeches/2428.htm Motta, M. and Polo, M., (1997), ‘’Concentration and Public Policies in the Broadcasting Industry: the future of television.’’, Economic Forum No:25, October 1997. Nicolaides, P. ‘’The Enforcement of Competition Rules in Regulated Sectors.’’ OECD (1999), ‘’Relationship Between Regulators and Competition’’, Directorate For Financial, Fiscal and Enterprise Affairs Committee on Competition Law and Policy. OECD (1999). ‘’ Regulation and Competition Issues in Broadcasting in the Light of Convergence’’, Directorate For Financial, Fiscal and Enterprise Affairs Committee on Competition Law and Policy. Pauwels, C., (1998), ‘’Integrating Policies: Importance of Antitrust and Competition Policies Within the Global Audiovisual Order’’, Communications & Strategies, no.30, 2nd quarter 1998, p. 103 Pons, JF. (1997) ‘La Politique de Concurrence Européenne dans le domaine audiovisuel,’’’L’Année Européenne 1997’’. Schmanlensee, R. (1995), Testimony On Antitrust Issues Related to Networks before the Federal Trade Commission, 01.12.95 www.ftc.gov/opp/global/schmalen.htm Schmidt, S.K., (1998), ‘’Commission activism: Subsuming Telecomunications and Electricity under European competition Law’’, Journal of European Public Policy, 1 March 1998: 169-84. Seybold,P. (2000) “Niches bring riches”. Business 2.0. Mayıs 2000. Shepherd, W. (1997).“Dim Prospects: effective competition in telecommunications, railroads and electricity”,The Antitrust Bulletin/Spring 1997. Sullivan, P. “Farmers' Fight Reflects Issues Surrounding B-to-Bs”, The Standard, 19 Mayıs 2000. The Economist (1999), ‘’Flirtation and Frustration: European Media”, 11.12.1999 Ungerer, H. (1996). “EC Competition Law in the Telecommunications, Media and Information Technology Sectors”, Fordham International Law Journal Vol 19:1111. United States District Court for the District of Colombia (2000), ‘’USA vs. Microsoft Conclusions of Law’’. Valentine, D. (1999), ‘’Antitrust in a Global High-Tech Economy’’, , Federal Trade Commission. www.ftc.gov/speeches/other/dvatspeech.htm Varian, Hal R., (1999), ‘’Market Structure in the Network Age’’ Understanding the Digital Economy Conference, May 25-26, 1999 www.wired.com/wired/archive/4.06/romer_pr.html "In a time of drastic change, it is the learners who inherit the future. The learners themselves equipped to live in a world that no longer exists" Eric Hoffer, Vanguard Management, 1989 Dünya hızla değişiyor; tarım toplumu, sanayi toplumu, hizmet toplumu derken bilgi toplumu ile karşı karşıyayız. Dünyadaki bu değişime paralel olarak iş hayatında da benzer bir süreç yaşanıyor. Artık seri üretimin, imalatın ya da bunların arkasında verilen hizmetlerin bir ölçüde önemini yitirmekte olduğu bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Dahası ne ürettiğimizden çok, nasıl ürettiğimiz ve bunu içeren bilgi ve o bilgiye nasıl ulaşabileceğimiz önem taşıyor. İş tanımları değişiyor, yeni çalışma alanları ortaya çıkıyor. "Yeni Ekonomi" diye de adlandırılan bu yapıda nitelikli, yaratıcı, yenilikçi işgücüne sahip olmak, firmaların elindeki en önemli koz haline geliyor. Yeni Ekonomi'de iki önemli unsur diğer özelliklerin önüne geçiyor. Daha doğrusu iki şey hızla artıyor; bunlardan birincisi, genç nüfusun toplam çalışanlar içindeki payı, diğeri ise bilginin önemi. Bilgi ile iletişim arasında çok yakın bir ilişki var. İletişim kurabildiğimiz sürece bilgiye ulaşabiliriz. Bilgi 21. yüzyılın iş yaşamında artık olmazsa olmaz koşul haline gelmiştir. Bilgi çağının koşullarına ayak uydurabilmek için profesyonellerin yenilikçi, görev yaptıkları alanlarda en üst düzeyde bilgi birikimine sahip olan, esnek çalışma koşullarına ayak uydurabilen kişiler olması gerekmektedir. Bu da beraberinde sürekli yenilenen, ortaya çıkan yeni bilgilerin sürekli dönüşüme uğradığı - özümsendiği, yeni koşullara uyum sağlamayı kolaylaştıracak becerilerin edinildiği yaşam boyu öğrenimi zorunlu kılıyor. Bu ekonomik yapı içerisinde çalışanların -tüm iş hayatına yeni atılanlar, orta ve üst kademe yöneticiler ve girişimciler- yönetim beceri ve tekniklerini, stratejik ve vizyoner düşünebilme yeteneği, karar alma kabiliyetlerini artırmaları iş hayatında yeni ufuklar elde edebilmeleri için mutlak bir gereklilik artık. Öte yandan çalışanların yaşamlarındaki kimi zorluklar, bu eğitimi almalarına imkan tanımamaktadır. Gerek iş yaşamındaki yoğun tempo, gerekse ailelerine karşı olan yükümlülükleri, çalışanların böyle bir eğitime ayırabilecekleri zamanın tümünü tüketmekte. Bazen de coğrafi uzaklık nedeniyle diğer koşullar sağlansa bile kişiler bu eğitimleri alamamaktadır. Zaman ve mekan gibi bu tür imkansızlıkların ortadan kalktığı bir eğitim modelinin uygulanması, yeni teknolojik imkanlarla artık mümkün olmaktadır. Eğitim almak isteyen herkesin herhangi bir coğrafi sınırlama olmaksızın, istediği zaman istediği yerde eğitim alabileceği ve ders programını kendi programına uygun şekilde takip edebileceği bu eğitim modeli "Uzaktan Eğitim" olarak adlandırılmaktadır. Bu model geleneksel eğitim sisteminde yer alan sınıflarda, eğitmenler ile yüz yüze yapılan öğretim çalışmaları yerini, fiziki derslik ortamından uzaktan teknoloji imkanları kullanılarak verilen eğitime bırakmaktadır. Dersler ve dersle ilişkili tartışmalar, ödevler, sınavlar bilgisayarla veya farklı iletişim araçları kullanılarak gerçekleşirken, bir yandan da geleneksel eğitim araçları ile desteklenmektedir. Günümüzde bilgi teknolojileri, geleneksel eğitim modelinde yer alan tüm yöntemlerin kullanılmasına imkan vermektedir. Dünyada önde gelen pek çok firma da artık şirket eğitimlerinde bu yöntemi kullanmaktadır. Farklı coğrafi alanlarda çalışanları belirli bir merkezde toplayıp eğitmek hem mali hem de yolculuk esnasında harcanan kaynaklar bakımından ikinci plana düşmeye başlamış; bunun yerine uzaktan eğitim modeli tercih edilir olmuştur. Dahası bu yöntem ile şirket içi eğitimleri gerçekleştirmek daha kolaylaşmış ve sürekliliği sağlanmıştır. Bilgiye ulaşımı kolaylaştıran bu yöntem 21. yüzyılın eğitim yaşamında kaçınılmaz olarak önemli bir yer tutacaktır. Zaten şu anda ABD'de 2002 yılı için uzaktan eğitim ile öğrenim görecek toplam öğrenci sayısının 2.2 milyona varması, toplam 45 milyar dolarlık şirket eğitim pazarının %40'ını değişik erişim olanakları ile yapılacak eğitim programlarının ele geçireceği öngörülmektedir. Eğer 21. yüzyılın bilgi çağı olduğu konusunda hemfikirsek ve daha fazla bilginin her şeyden daha önemli olacağı konusunda anlaşıyorsak, fazla gecikmeden uzaktan öğrenim modellerini gözden geçirmeye ve uygulamaya koymaya başlamalıyız. Zaten hızla değişen ekonomik, sosyal ve bilimsel gelişmeleri takip edebilmek, zaman ve mekan yönünden esnek, nitelikli ve güvenilir kaynaklardan verilen bu bilgilere ulaşabilmek için başka bir çaremiz yok gibi. Metehan Sekban Ph.d. Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi |