HOŞ GELDİNİZ

FİKRET ÇAĞLAYAN
BAŞARI STRATEJİLERİ
KALİTE GURULARI
SENDİKAMIZ
TAKIM RUHU
İŞLETME-YÖNETİM
KRİZ YÖNETİMİ
İ.S.İ.G.
İZ BIRAKANLAR
HALKLA İLİŞKİLER
ERGONOMİ
ALIŞKANLIKLAR
ETKİLİ İNSAN OLMAK
ÖYKÜLER
BİLGİ ÇAĞI
KİTAP KÖŞESİ
ÇEVRE
YÖNETİM BİLİMİ
VERİMLİLİK
PERFORMANS
TOPLAM KALİTE
ZAMAN YÖNETİMİ
BİLGİ TOPLUMU
İLETİŞİM
DAHA İYİ YAŞAM
GÜZEL SÖZLER
SEKRETERLİK
KATİL YÖNETİCİLER
İŞ YAŞAMI
LİDERLİK
LİDERLİK YASASI
PROBLEMLER
BEYİN FIRTINASI
BİZ KÜLTÜRÜ
DEĞİŞİM
METOD
KİŞİSEL GELİŞİM
DEPREM KÖŞESİ
ERDEMİR
ÇALIŞMA HAYATI
YENİ EKONOMİ
VİZYON
ATATÜRK KÖŞESİ
İNSAN KAYNAKLARI
BİLGİ YÖNETİMİ
MOTİVASYON
STRATEJİK YÖNETİM
LİNKLER
KAYIP İLANI
ÜNİTEMİZ
İNSAN İLİŞKİLERİ
YETKİ DEVRİ
EĞİTİM-BİLİM

Ana sayfa

İLETİŞİM

Bir insanı tanımak onu konuşturmaktır. Ancak konuşurken onunla iletişim kurmak gerekir. Bu iş için oyun oynanabilir bir torbaya kelimeler atıp N tane çekip bunları kullanarak cümle kurma mesela. Hatta bu işi yapacak bir bilgisayar programı kolayca yazılabilir. Ya da bir hikaye başlatıp devamını iki kişi getirme; bir cümle sen bir cümle o... vb. Bunlar hem uygulanabilir hem de eğlenceli şeylerdir.
Bir insanın sizi dinleyip dinlemediği ona konuşma esnasında daha sonra cevaplayacağı bir soru sorup bu sorunun cevabını konuşmanızın içinde daha sonra verip onun yakalayıp yakalamadığına bakarak, yakalayamadıysa tekrar sorarak ve gene bilemezse eğer isterseniz yaptığınız şeyi açıklayarak ölçülebilir. İsterseniz de açıklamazsınız.
Ancak ne yazık ki insanlar konuşurlarken birbirlerini dinlememekte anlamamaktadır. Benim aklıma gelen bazı İletişim (konuşma) türleri:
1. Şizofrenik: Yanına yaklaşıp "Gık" derseniz, "Çekil yanımdan" diye bağırırlar. (İletişim=0)
2. Geleneksel: -Nasılsın? (Kalıpsal olarak) -İyiyim, sen nasılsın? ... Konuşma vardır. Kurallara uygundur ama ortada iletişim yoktur. Yani soran karşısındakinin gerçekten nasıl olduğunu merak etmek cevaplayan da bunu bilir ve ona istediği cevabı verir. Sormak istemiyorsanız sormayın ama sorduysanız dinleyin.
3. Oyunsu: Bu akşam neyin var şekerim? -Hiç - Ama yüzün asık? -Yok bişi... -Ama...? (İletişim=0)
4. Kokteyllik: Önemsiz, zararsız ve de anlamsız kelimeler havada oradan oraya uçuşur. Bir kokteylde siyaset, din ya da sevgi konusunda konuşulması beklenmez. Alınan ve verilen şeyler vardır ama kazanılan bir şey yoktur.
5. Gerçek: İçten konuşulan dildir. Her zaman dudaklar değildir konuşan bazen gözler, bazen eller bazen de kalpler. İşte bu iletişimdir.
Siz isterseniz daha fazlasını eklersiniz.
İLETİŞİM BECERİLERİ
Kariyerinize profesyonel anlamda en fazla katkıda bulunacak olan özelliğiniz nedir sizce? Bilgisayar becerileriniz, iki dil bilmeniz veya bölümü birincilikle bitirmeniz mi? Sanırım hiçbiri değil. Mülakata girdiğiniz andan itibaren, tüm iş hayatınız iletişim üzerine kurulu.
Günün neredeyse tamamını iş arkadaşlarıyla, müşterilerle ve üçüncü kuruluşlarla iletişim kurarak geçiyoruz. Plan yapmak için, ilişki kurmak için, problemlere çözüm bulmak için, fikir sunmak ve geliştirmek için, tartışmak için, pazarlamak için...
İletişim becerilerimizin yaptığımız iş açısından ne kadar önemli olduğunu göz önünde bulundurursak, ve iletişimin sosyal hayatımızın temel taşı olduğunu, iş yerlerinde kurulan iletişimin oldukça nitelikli olduğunu varsaymamız gerekir. İşyerinde profesyonel bir iletişim kurulduğunu ve belli bir eğitim ve kültür seviyesindeki insanların iletişim becerilerinin oldukça gelişmiş olduğunu düşünüyoruz. Fakat durum pek de iç açıcı görünmüyor. Genellikle iş yerlerinde çok zayıf bir iletişim ağı var. İş yerinde geçen konuşmalar önemli konuların göz ardı edilmesine, ilişkilerin zedelenmesine, insanların çabalarının boşa gitmesine ve duygularının incinmesine sebep oluyor. Birbirimizle iletişim kurmayı bilmiyoruz.
Yurtdışında yapılan bir araştırmaya göre; çalışanların yüzde 90'ından fazlası iş yerindeki iletişimin güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyor. Aynı araştırma işyerinde geçen konuşmaların yarısının yanlış anlaşılmalara ve karışıklığa sebep olduğunu gösteriyor. Zayıf iletişim yüzünden ortaya çıkan problemlere sanırım hiçbirimiz yabancı değiliz.
İyi iletişim kurabilmenin yolu dilaog sırasında üstlenilen 'Anlatan ve Anlayan' rollerinden geçiyor. Bir konuşma sırasında normal şartlarda 'Anlatan' ve 'Anlayan' rolleri değişebilir,değişmelidir de, fakat her iki katılımcı da aynı anda 'Anlatan' rolünü üstlenmeye kalkığı zaman sorun çıkıyor ve iletişim kurulamıyor. İletişim kurmadaki en büyük sorunumuz dinlemekle ilgili. Anlatan rolünde oldukça başarılıyken, anlayan rolünde pek başarılı olamıyoruz.
Dialog, monolog'un tersine, en üretken ve faydalı konuşma biçimi olarak tanımlanır. 'Etkileşim iki taraflıdır; beraber dans eden ya da müzik yapan insanlar gibi.' Bunun gerçekleşebilmesi için dört koşul gerekiyor;
İnsanlar sıralarını beklemeliler. İletişimi öldüren en önemli faktör, bir insanın karşısındakine hiç fırsat vermemesidir, iletişim kurmaya çalışırken; konuşulacak konuları belirleyen ve sürekli konuşan bir insandan daha zararlı birşey yoktur.
İnsanlar birbiriyle bağlantı kurmalılar. B konuştuğunda A'nın biraz önce söylediği şeyle bir bağlantılı olmalıdır.
İnsanlar birbirlerine açık fikirli yaklaşmalılardır. İnsanlar alıcılarını kapayıp konuşmaya girerlerse, o konuşmadan hiçbir şey çıkmaz. Karşınızdakinin fikirlerini kabul etmek zorunda değilsiniz, fakat başkalarının fikirlerine değer vermek, en azından başka bakış açıları edinebilmek ve gelişmek için gereklidir.
İnsanlar ortak bir amaç çevresinde toplanmalılar. Konuşmadan en yüksek verimi alabilmek için, herkesin ortak bir amaç çevresinde birleşmiş olması gereklidir.
İletişim ister özel hayatımızda olsun, ister iş hayatımızda, 'sosyal bir hayvan' olarak insanın en önemli aracıdır. Başarılı bir kariyer için gerekli olan temel beceri iletişimdir, gerekli diğer becerileri mümkün kılan ve kolaylaştıran da yine iletişimin kendisidir.

Kaynakça : İnternet















İLETİŞİM EĞİTİMİ ve TEKNOLOJİ
Teknoloji üzerinde, belki de en fazla özenle durması gereken akademik alanlardan biri, iletişim alanıdır. Bunda, medya içeriklerinin, medya yapılarının, medya etkilerinin anlaşılmasında teknolojinin önemli bir parametre olarak ele alınması zorunluğunun yanı sıra, iletişim eğitiminin bizatihi teknoloji odaklı/ağırlıklı bir eğitim alanı olması da önemli bir etkendir. Teknolojiyi bir analiz parametresi olarak almayan bir iletişim eğitimi eksik olacağı gibi, teknolojik olanakları güncel seviyelerde kullanamayan bir iletişim eğitimi sistemi de etkin olamayacaktır.
Bu yazıda, teknolojinin genel olarak iletişim alanı çalışmaları içindeki, özel olarak da iletişim eğitimi içindeki konumu üzerinde durulacak ve bu konumun vazgeçilmez önemi vurgulanacaktır. İletişim eğitimindeki yapılar, özellikle üniversiter kurumlar olarak iletişim fakülteleri, bu önemi kavrayabildikleri ölçüde daha kapsamlı ve yetkin bir iletişim eğitimi verebileceklerdir. Ancak tüm teknoloji alanlarında olduğundan daha fazla hızla değişen iletişim teknolojileri alanının sürekli yenilenme zorunluluğu nedeniyle karşılaşılan sorunlar hem iletişim eğitimini gerçekleştiren kişilere hem de bu kişilerin yer aldıkları yapıları yönetmek durumunda olanlara, önemli sorumluluklar getirmektedir. Toplumsal bir olgu olarak teknolojinin iletişim eğitimindeki rolünü doğru değerlendirebilmenin birinci koşulu, teknolojiye toplumbilimsel bir perspektifle yaklaşabilmektir. Yazıda bu perspektif içinde, iletişim eğitiminde teknoloji kullanımına ilişkin bazı gözlemler değerlendirilerek öneriler geliştirilecektir.
İletişim eğitiminde teknolojinin rolüne ilişkin tartışmalar genellikle “mesleki dersler - genel formasyon dersleri” ve “pratik dersler - teorik dersler” tartışmaları bağlamında ele alınmaktadır. Bu tartışmalarda mutabık kalınan “genel formasyon dersleri ya da teorik dersler olmaksızın iyi bir iletişim eğitiminin sağlanamayacağıdır”. Avrupa Birliği ülkelerinde değişen oranlarda olmakla birlikte üniversite dışındaki iletişim meslek eğitim programlarında da teorik derslerin “normal” karşılanması (Reus ve Becker; 1993: 5) ya da Kuzey Amerika üniversitelerindeki iletişim programlarındaki iletişim derslerinin % 25’i aşmaması ve alan dışı derslere ağırlık tanınması şeklindeki Gazetecilik ve Kitle İletişimi Eğitimi Akreditasyon Komitesi önerisi (AEJMC; 1989: A-22) bu mutabakatın kanıtlarıdır. Ülkemizde de benzer bir mutabakattan söz edebiliriz (Örneğin Dağtaş ve Kaymas; 1998: 109). Ancak gerek genel formasyona yönelik ya da teorik derslerden ve mesleki ya da pratik derslerden ne anlaşıldığı gerekse de bunlara yapılacak kalitatif ve kantitatif vurgunun ne derecede olduğu konularında bir mutabakatın bulunmadığını görüyoruz. Benzer şekilde, yukarıda aynı bağlamda tartışıldığını söylediğimiz teknoloji konusunda da, teknolojik yeniliklerin takip edilerek eğitim programlarının güncelleştirilmesi noktasındaki yaygın mutabakata karşı gerek iletişim eğitiminde teknolojiye yapılacak kantitatif ve kalitatif vurgunun derecesi gerekse de iletişim eğitiminin yönetiminde teknolojinin konumu konularında bir mutabakat bulunmamaktadır.
Tekhne ve logos kelimelerinden oluşan teknoloji kavramı ile toplumsallaşmış bilginin kasdedildiğinden hareketle, iletişim eğitiminde teknolojinin konumunu da toplumbilimsel bir bağlamla değerlendirmeliyiz. Bu nedenle, iletişim eğitimini gerçekleştiren kurumların toplumsal meşruiyetlerini, mesleksel gerekleri yerine getirmede, dolayısıyla da belirli pratikleri (gazetecilik, halkla ilişkilerci vb.) meslek bağlamlarında yerine getirebilecek kişilerin yetiştirilmesinde aradıklarını ve sağladıklarını görmeliyiz. Bu ise, başka diğer nedenlerle de etkileşim içinde, iletişim eğitimi kurumlarının “sektör”ü temel bir parametre olarak görmelerine neden olmaktadır. Bu bağlamda, “sektörün talepleri” diye adlandırılan söylemlerin eğitim kurumlarınının eğitim programlarının içeriğinin belirlenmesinde temel bir parametre olarak algılandığını görüyoruz. Kurumların ve kurumlardaki eğiticilerin konumları ise, bir ucunda sektörün taleplerinin tümüyle meşrulaştırıldığı diğer ucunda ise tümüyle reddedildiği bir spektrum içinde herhangi bir noktada olabilmektedir. “Sektör talepleri”nin homojen olmaması, sektör mensuplarının sektörel konumlarına göre biribiriyle çelişebilir olması, teknolojinin ithaline bağlı olarak tutarlı bir teknoloji planlamasından söz edilememesi nedeniyle sıkça ve özensizce değişebilir olması gibi nedenlerle sektör talepleri karşısındaki konumların yeniden gözden geçirilmesi gereklidir. Bu yeniden değerlendirme, Özbek’in haklı bir şekilde iletişim eğitimi süreciyle kazanılması gerekli bir beceri ve kullanılması zorunlu bir dil olarak betimlediği tekniğin (1992: 322-324) ve buna vücut veren teknolojinin, yaygın bazı mistifikasyonlardan arındırılarak iletişim eğitiminde anlamlandırılmasını mümkün kılabilecektir.
Teknoloji, özellikle hızlı dönüşümlerin yaşandığı günümüzde mistifikasyona en açık alanlardan biridir. Özellikle iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim ve dönüşüm, bu alanda bir çok mistifikasyonun çeşitli toplumsal bağlamlarıyla vücut bulmasına neden olmuştur. Örneğin iletişim eğitimi kurumlarında özellikle bu kurumların yöneticilerine yöneltilen eleştirilere eşlik eden “Batı teknolojisinin erişilmesi hedeflenen üstünlüğü” söylemiyle oluşturulan mistifikasyon dikkat çekicidir. Ancak bu mistifikasyon, üniversiter sitemimize geleneksel olarak daha çok kaynaklık eden kıta Avrupası iletişim fakültelerindeki “teknolojik donanım” seviyesi dikkate alınmadan edinilen kanaatin özensiz bir sonucudur. Kuzey Amerika iletişim eğitimi kurumlarındaki teknoloji donanımın kantitatif seviyesinin de bu mistifikasyon bağlamında “hayal edilen” kadar olmadığı bilinmektedir. Ne var ki bu mistifikasyonun deforme etmesi nedeniyle tuhaf bir hal alan “teknolojik donanım yetersizliği eleştirisi”, iletişim eğitimi kurumları yöneticileri nezdinde en çok enerji (maddi ve manevi) harcanan sorun olarak algılanmaktadır. Ülkemizde iletişim eğitimi kurumları arasında yaşanan "kantitatif teknolojik donanım üstünlüğü" yarışını, bu bağlamda yeniden değerlendirmek ve yönetsel enerjinin tasarrufunu ve kalitatif alana da yönlendirilebilmesini düşünmek gerekiyor.
Dikkati çeken bir diğer mistifikasyon da genellikle “bir tuşla … ” ifadesiyle başlayan ve büyük ölçüde günümüz dijital teknolojilerinin pek de doğru anlaşılmadığını gösteren bir pro-teknolojik söylemle oluşturulmaktadır. Teknolojik metinlerin diğer örgütsel metinlere nazaran daha kolay "doğru" kabul edilmelerinde olduğu gibi (Joerges ve Czarniawska; 1998: 384) teknolojik kurumsal hayaller de daha kolay benimseniyorlar. İletişim eğitimi kurumları, bu kurumlardaki eğiticiler ve yöneticiler de genellikle bu kolaycılıktan muaf değiller. Burada sorun hayal kurulmasında değil, bu hayallerin konusu etrafında oluşturulan hale nedeniyle eleştirinin neredeyse olanaksızlaşmasındadır. İletişim eğitimi kurumlarında genel olarak iletişim teknolojilerinin ekonomi-politik ve sosyo-psikolojik bağlamlarda eleştirisinin yapılmaması, özel olarak yeni teknolojik olanaklarin getirdiği yeni medya türlerine eleştirel bakışı sınırlayabilecektir. Bu ise, eğitimde amaç-araç ilişkisinin kopmasına ve örneğin internetin, eğitim açısından önemli bir erişim aracı olduğu unutulup (genellikle kantitatif boyutlarıyla övünülecek) bir amaç haline getirilmesine yol açılabilecektir.
Sonuç olarak üzerinde yaratılan mistifikasyonlarla, iletişim eğitimi kurumlarının gözlerini kamaştıran iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim ve dönüşümler, bu teknolojilere ve yarattıkları ürünlere eleştirel bir mesafe koyulabildiği ölçüde tutarlı eğitim politikalarına entegre edilebileceklerdir. Aksi takdirde iletişim teknolojileri, üniversiteler iletişim eğitimi kurumları için bir yandan sürekli enerji tükettiren yönetsel bir kabusa dönüşürken diğer yandan da yeni bir akademik kısırlığa neden olabilecektir.

Doç.Dr. Ümit ATABEK
G.Ü. İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölümü


KAYNAKLAR:
AEJMC, (1989). “Challanges and Opportunities in Journalism and Mass Communication Education: A Report of the Task Force on the Future of Journalism and Mass Communication Education”, Educator, Spring.
Dağtaş, Erdal ve Kaymas, Serhat, (1998). “Türkiye’de İletişim Eğitimi Üzerine Öneriler”, Kültür ve İletişim, Yaz, 1/2.
Joerges, Bernward ve Czarniawska, Barbara, (1998). “The Question of Technology, or How Organizations Inscribe The World”, Organization Studies, 19/3.
Özbek, Meral, (1992). “İletişim Eğitimi Üzerine”, ILEF Yıllık ’92. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları 1.
Reus, Gunter ve Becker, Lee B. (1993). “The European Community and Professional Journalism Training”, Journalism Educator, Winter.

















İLETİŞİM VE SOSYAL PAYDAŞLAR

ÇALIŞANLARI İLE İYİ BİR İLETİŞİM İÇİNDE OLMAK, BAŞARILI BİR YÖNETİCİNİN EN ÖNEMLİ ÖZELLİĞİDİR.

İnsanların bakış açılarını anlamadaki beceri ya da becerisizlik, başarılı yöneticilerle başarısız yöneticiler arasındaki ince çizgiyi belirler. Başkalarını anlamak deyince de iletişim yetenekleri ön plana çıkar.
Ünlü psikoloji bilimcisi Carl Jung, 1921’de insanları psikolojik tipler olarak dörde ayırmıştı:
Düşünenler, Hissedenler, Yaratıcılar, Yapanlar.
Bu dört psikolojik tip, her toplumda ve her kuruluşta bütünü oluştururlar ve bunların hepsine ihtiyacımız vardır. Bu dört tip insanın dengeli bir şekilde ve zamanında motive edilerek potansiyellerinin en üst düzeyde ortaya çıkartılması ise başarılı yönetim ve iyi bir iletişimle mümkündür.
İletişim çok geniş kapsamlı bir mucize sözcük. İnsandan topluma, haberden reklama, vizyondan icraata, müzikten resme, gazeteden televizyona, sohbetten brifinge telepatiden internet’ e kadar birçok kavramı içinde barındıran mucize bir sözcük. Çalışanları ile iyi bir iletişim içinde olmak, başarılı bir yöneticinin en önemli özelliğidir. Bu iletişim iki yönlüdür. Dinlemek ve anlamak, anladığını değerlendirerek karar vermek ve kendi mesajlarını iletmek. Geri beslemeleri değerlendirerek iletişim kurmak, yani çift yönlü bir iletişim, başarının anahtarıdır.
İyi bir yönetici çalışanlarını dinler, onları anlamaya çalışır, önerilere açıktır ve önerileri teşvik eder, hem de onların katılımını sağlar.
Küreselleşen dünyada klasik yönetim şekilleri ve hiyerarşi artık mantık dışıdır. Yeni süreçleri yöneten kritik bilgi ve akıl, artık sadece üst yönetimde değildir. Bir işi, bir süreci en iyi bilen, o işi yapan, o süreçte çalışandır. Sürecin nasıl iyileştirileceğini de en iyi o bilir. Onları dinleyelim ve fikirlerine değer verelim.
Her şeyi en iyi kendi bildiğini sanan, alçakgönüllülükten uzak ve çalışanları ile sadece yukarıdan aşağıya iletişim kuran yöneticiler, bugünün dünyasında başarısızlığa mahkumdur. Çift yönlü iletişim hızlı ve doğru olmalıdır. Klasik, çok kademeli hiyerarşik Prusya organizasyonları bunun en büyük engelidir. Önce organizasyonlarımızı yalın ve yatay hale getirmeli ve yönetim kademelerini azaltmalıyız. Bu, iletişimin hızını ve kalitesini arttırdığı gibi karar verme sürecini de olumlu etkileyecektir.
İletişime önce misyon ve vizyonla başlamak gerekir. Tüm çalışanlar, çalıştıkları kurumun geleceğinde söz sahibidir. Kurumun on yıl sonraki hedeflerini ve stratejilerini de oluşturmaya ve bilmeye hakları vardır. Çalışanlarınızı önce bu konuda devamlı iletişimle bilgilendirmek ve onları hedefe yönlendirmek çok önemlidir.
Yönlendirilmiş (aligned) ve yetkilendirilmiş (empowered) çalışanlarla başarı gelecektir. Tabi motive edilmeleri ve heyecanlandırılmaları şartı ile.
Çalışanları yönetirken bunu onlarla birlikte yapmalıyız. Onların katılımı ile onların sorunlarını birlikte çözmeliyiz. Bunu yaparken de ekibin bir elemanı olduğumuzu ve iletişimin önemini devamlı hatırlamalı ve uygulamalıyız.
Şimdiye kadar hep çalışanlarımızla iletişimden bahsettik. Diğer sosyal paydaşlarımızla olan iletişim, en az çalışanlarımızla olan iletişim kadar önemli. Varoluş nedenimiz olan sosyal paydaşımız müşterilerimizdir. Müşterilerimizle olan iletişim de mutlaka çift yönlü olmalı.
Müşterilerin şimdiki ve gelecekteki beklentilerini anlamak, onları dinlemek ve görüşlerini almak, ürün ve pazarlama stratejilerini bu görüşler doğrultusunda devamlı iyileştirmek yine başarının anahtarıdır.
Tek yönlü bir iletişim aracı olan reklam her zaman yeterli olmayabilir ama mutlaka gereklidir. Reklamla sağlayacağınız iletişim size yeni müşteriler kazandırabilir. Eski müşterilerinizi tutmak için yüz yüze ve çift yönlü iletişim kurmak gerekir.
Bir diğer sosyal paydaş dağıtım kanallarımızdır. Pazarı ve son kullanıcıyı en iyi onlar tanır, onlarla çift yönlü ve devamlı iletişim içinde olun. Size mal ve hizmet sağlayan tedarikçilerinizle iyi bir iletişim içinde olun. Uzun dönemli ortaklıklara girin, onların kalitesini yükseltin. Sonunda siz kazanırsınız.
Kurumunuza kapital koyarak veya borsada hisse senedinizi alarak ortak olanlar bir diğer sosyal paydaş grubudur. Ortakların beklentilerini dinleyin, anlayın. Başarılarınızı onlara anlatın. Sorunlu günlerde size yardımcı olacaklardır.
Ve nihayet toplum. Toplumun da bir sosyal paydaş olduğunu unutmayın. Topluma katkılarınızı imaj kampanyaları ile tanıtın. Topluma verdikleriniz, çalışanlarınızı ve diğer sosyal paydaşlarınızı da mutlu kılacaktır. Toplumun kurumunuzu nasıl algıladığını ölçün, davranışlarınızı ona göre yeniden planlayın.
Capra’ nın bir sözüyle bitirmek istiyorum. Tüm toplumun başarısı o toplumun üyelerinin başarısına bağlıdır, üyelerin başarısı da toplumun başarısına.

Tanju ARGUN
Erdemir Eski Genel Müdürü















İLETİŞİMİ ENGELLEYEN FAKTÖRLER

Acaba hangimizin gören bir bakışa, duyan bir kulağa gereksinimi yok ki???
D. Pire'nin "insanların çoğu duvar, çok azı da aralarında köprü kurarlar" sözü, günümüzün yoğun temposuna kendini kaptıran insanların (yani bizlerin), arka plana ittiği çok önemli bir gereksinimi vurguluyor; yakınlaşma ve ilişki gereksinimi!
Çevremizi düşünelim...kendimizi...Bir sorunumuz olduğunda aklımıza ilk kim geliyor? Kiminle konuşmaya, dertleşmeye istek duyuyoruz? Neden o,başkası değil? Bu kişiyi iyi bir dinleyici yapan hangi özellikleri? Ya da tam tersini düşünelim...Sorunumuz olduğunda kesinlikle anlatmayı aklımızdan bile geçirmediğimiz kişileri...Neden anlamazlar? Bizi anlamadıklarını nasıl anlıyoruz?Çevremizdeki bazı insanlarla konuşmak kolay ve zevk vericiyken, bazılarıyla kurduğumuz iletişim çok yüzeysel olabiliyor. Benzer kişilik özellikleri,ortak ilgi ve hobiler, birbirine yakın değer ve dünya görüşü, yakın ahlak anlayışı ve eğitim düzeyi gibi pek çok faktör, insanlar arası ilişkilerde temel öneme sahiptir. Tüm bunlara, hem karşı cinsle hem de hemcinslerimizle kurduğumuz yüz yüze iletişimde, fiziksel çekicilik de katkıda bulunabilir. Ama kişiler arası ilişkilerde, kalitenin asıl belirleyicisi dinleme becerileridir. Ortak bir çok noktamız olsa bile bazı insanlarla yakın ilişkiye girmekten kaçınırız. Bu noktada, yaşamınızda böyle biri varsa, onun sizi dinlerken nasıl davrandığını bir düşünmenizi öneririm!Dinleme becerilerine ve iletişimdeki kaliteyi arttıran tutum ve davranışlara geçmeden önce, karşılıklı konuşmaları yüzeysel kılan ve gerçek dinlemeyi engelleyen tavırlara bir göz atalım;
1. ÖĞÜT VERMEK, ÇÖZÜM GETİRMEK, YÖNLENDİRMEK:
Gerek çocuğumuzla, gerekse arkadaşlarımızla konuşurken iletişimi kesen bazı mesajlar vardır;
 "Şöyle yap, böyle yapma..."
 "Bu şekilde hareket etmemelisin..."
 "Buna üzüleceğine, oturup dersini çalışsan daha iyi olur..."
 "Yoruluyorum diye yakınacağına geceleri erken yat..."
 "Kavga edeceğinize güzel güzel oynayın, arkadaşlar kavga etmez..."
 "Paylaşmayı bilmezsen, yalnız kalırsın tabi..."
 "Bu kadar düzensiz çalışırsan, işlerini tabi yetiştiremezsin..."
gibi cümleler, konuşan kişide direnç, isyan yaratabilir, konuşan kişiyi savunmaya itebilir. Genellikle öğüt, ahlak dersi vermek, direk önerilerde bulunmak, size sorununu açan kişide baskı veya suçluluk duyguları uyandırarak, iletişimin kesilmesine veya yön değiştirmesine neden olabilir.
2. YARGILAMAK, ELEŞTİRMEK, AD TAKMAK:
 Sen zaten hep kolaya kaçarsın..."
 "Bebek gibi davranıyorsun..."
 "Geri zekalı ne olacak..."
 "Şikayetten başka bir şey bilmezsin zaten..."
 "Sulugöz...bir arkadaşınla oynamasını bile bilmiyorsun..."
 "Hiçbir fedakarlığa katlanmak istemiyorsun..."
Genellikle yargılama ve eleştirme tepkileri ile karşılaşan kişiler, kendilerini anlaşılmamış, itilmiş, haksızlığa uğramış, daha çaresiz hissederler. Bunun sonucunda iletişimi keser ya da öfkeyle karşılık verebilirler. Özellikle çocuğunuzla iletişiminizde bu yöntemi sık kullanıyorsanız, "o" sizin yargı ve eleştirilerinizi ve sık kullandığınız isimlendirmeleri (yaşına göre) gerçek olarak algılayabilir. Bu, kendilik algısı üzerinde olumsuz etkiler bırakır, kendine güveni sarsıldığı gibi, başarısı üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilir.
3. SORU SORMAK, ARAŞTIRMAK, İNCELEMEK:
 "Neden?...Sen ona ne yaptın?...O sana ne dedi?..."
 "Çocuk neden hastalandı?...İyi giydirmedin mi?..."
 "Neden uyuyamadın?...Ağır mı yedin?...Kahve de içtin mi?..."
 "Neden doğru düzgün oynamayı beceremiyorsun?..."
Genellikle soru, inceleme, nedenini arama gibi yaklaşımların içinde önyargı, eleştiri veya zorunlu çözüm bulunur, ayrıca konuşma sorulara cevap vermeye takılarak, yön değiştirip asıl konudan uzaklaşabilir. Sorularla yürüyen iletişimde, genellikle soru soranın nereye varmak istediği konuşan kişi tarafından anlaşılamadığından, konuşan endişeye kapılabilir veya savunmaya geçebilir.
4. TEŞHİS, TANI KOYMAK, TAHLİL ETMEK:
 "Aslında sen öyle demek istemiyorsun..."
 "Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum..."
 "Aslında senin derdin başka..."
 "Anlaşılan bir süre sana yardımcı olmamı isteyeceksin..."
 "Bunları beni üzmek için anlatıyorsun anlaşılan..."
Bu tür yaklaşımlarda, dinleyen kişi sanki konuşanın niyetini, söylemek istediklerini çok iyi biliyormuş, onun kafasının içindekileri okuyormuş gibi bir tavır içine girdiğinden, konuşanı savunmaya ittiği gibi, sinirlenmesine, sabırsızlanmasına veya öfkeli cevaplar vermesine neden olabilir. Konuşan kişi kendini kıstırılmış, yanlış anlaşılmış, yanlış yorumlanmış gibi hissedebileceği için büyük olasılıkla iletişimi keser. Psikoloji hobiniz olabilir ama terapatik yöntemler arasında kullanılabilen bu tür iletişimin kurallarını tam bilmeden, günlük ilişkilerinize aktarmaya kalkmanız, sizinle konuşmayı güçleştirebilir. Aklınızda bulunsun...:)
5. TESELLİ ETMEK, KONUYU DEĞİŞTİRMEK:
 "Aldırma, boşver..."
 "Düzelir canım, bunu dert etme..."
 "Üzülme..."
 "Başka şeyden konuşalım..."
 "Olur böyle şeyler, geçer..."
 "Bir kahve iç düzelirsin..."
 "Boşver canım arkadaşlar arasında olur böyle şeyler..."
 "Aman sen de herşeyi ciddiye alıyorsun, yak bir sigara..."
Aslında teselli etmek çok güzel ve yararlıdır, ancak önemli olan teselliyi kişiyi duyduğumuzu belirttikten sonra verebilmektir. Söyledikleri duyulmadan, teselli ediliyormuş hissini yaşayan kişi, kendini anlaşılmamış, dinlenilmemiş, söyledikleri saçma sapan gibi algılanmış hissedebilir. Önemsenmemiş veya tam olarak dinlenilmemiş olmaktan dolayı kızgınlık duyabilir. Genellikle, dinlemeden verilen teselli mesajları, konuşan kişide sorununun küçümsendiği duygusunu yaratabilir. Bunların ardından, gelin kendimizi gözden geçirelim...Çocuğumuz, arkadaşımız veya eşimizle yaptığımız günlük konuşmalarda tarzımız ve yaklaşımımız genelde nasıl?...İletişimimiz yukarda sözü edilen dinleme engellerine takılıyor mu?...Tam yanıtı bulamıyorsanız, kendinizi 1-2 gün izlemenizi öneririm. Çünkü iyi bir dinleyici olmanın, yani karşıdakini dinleme ve anlamanın bence birinci şartı; kişinin öncelikle kendini dinlemeyi ve anlamayı başarabilmesidir....:)

Kaynak:Rehberlik Sitesi













İLETİŞİMSİZLİK VE YENİDEN YAPILANMA

Günümüzde bir çok insan, insanî birçok özelliğimiz de saklı olan birliktelik, dayanışma ve paylaşmayı kaybettiğimizi düşünüyor. Hemen hepimiz, hayatımızı kolaylaştıran tüm modern gelişmelerin cazibesine rağmen insani ilişkilerinin, iletişimin eskiye oranla daha da kötüleştiğinden şikayetçi. Apartmanlarda birbirlerini tanımayan, selamlaşmayı bir yük gören, misafirliklerde televizyonu baş köşeye alıp bir çift laf edemeyen insanlara dönüşüyoruz. Kentleşme ve modernleşme ile birlikte geleneksel ve kapalı bir toplumun cemaat üyelerinden, özgür bireye doğru geçirdiğimiz değişim sürecinde eskinin o sıkıcı ilişkilerinde duyduğumuz öfkenin de bunda payı var hiç kuşkusuz. Bununla birlikte kendimize, topluma ve çevreye karşı ilgisini kaybetmiş, artan beklentilerini, sahip olmaya (mülkiyete) dayalı arzularını doyuramamanın hayal kırıklığı ile öfkesi artan insanlara dönüşüyoruz. Türker Alkan, yurt dışından dönen bir arkadaşına Türkiye’de en çok neyin dikkatini çektiğini sorduğundan, “İnsan ilişkilerinin sertliği” cevabını aldığını belirtiyor.
Anlamaktan çok ikna etmeyi, dinlemekten çok konuşmayı öne çıkaran insanlar olarak öfkelerimiz ve mutsuzluklarımız, hayatı daha derin, daha sağlıklı yaşama enerjimizi tüketmekte. Hepimiz yorgun, yılgın, sıkıntılı, sıradanlıktan şikayetçi heyecanını kaybetmiş bir yüz ve ruh halindeyiz. Kanımca işimizi kolaylaştırıyor bu ruh hali. Böylece olası paylaşımları, derinlikli sohbetleri gerçekleştirmememiz için ortaklaşa bir nedene ya da bahaneye sahip oluyoruz. Bu boyutlarıyla iletişimsizlik, bizi etkisiz, verimsiz ve mutsuz kıldığı gibi yaşama umudumuzu, hayatı değiştirme gücümüzü, kendimizi ve çevremizi geliştirme güdülerimizi köreltiyor. Bu nedenle, iletişimi sağlıklı ve etkin kıldığımız oranda sözünü ettiğimiz olumsuzlukların, aşılabileceğini düşünüyorum. Önce kendimizi, sonra çevremizi çevreleyen ilişkiler ağının tümünde temel bir işleve sahip olan iletişim, hayattan daha fazla zevk alma, daha üretken, daha mutlu bir çalışma ve özel hayat kurmanın ön koşuludur.
İletişimde paylaşımı, eşitlikçi bir yaklaşımla karşımızdakini dikkate alma, onu değerli kabul etme ile gerçekleştirebiliriz. Çünkü iletişim, iki kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini paylaşarak birbirini anlaması ile ilgili bir süreçtir. Anlama çabasını, paylaşmayı ve uzlaşmayı hedefleyen bir iletişim, hayatı dönüştürme enerjisini ve sağlığını hepimize geri getirecek güçtedir.
Bu yazı, kaleme alındığında ülkemizde çok büyük bir felaket yaşanmıştı. Hepimizi sarsan bu felaket, yazılmakta olan yazının da çehresini değiştirdi. Belki baştan beri sözü edilen olumsuz tabloyu “lüks” bir soruna dönüştürdü. Diğer yandan bu felaket sonucunda ülke insanları olarak gösterdiğimiz dayanışma ve empatinin bir anlamda söylenenleri yalanladığı düşünülebilir. Gerçekten de çarpıcı bir dayanışma örneğini hem yurt içinde hem de yurt dışından gelen somut katkılar ve mesajlarda gözlemledik.
Kendimizi bir başkasının yerine koyma ve bunu ona hissetirme olarak tanımlanabilecek olan empatik iletişimin çok güzel örneklerini yaşadık. Hemen her kesin tekrarladığı “bir müsibet bin nasihattan iyidir” atasözüne bağlı olarak, Türkiye’nin her anlamda yeniden yapılanacağı yapılanması gerektiği konusunda büyük bir görüş birliğine vardık. Özcesi sorgulayan, öğrenen bir birey ve toplum olma yolunda kendi kendimize sözler vermeye başladık.
Vahşi kapitalizme bağlı tüketimci kültür, dengesiz gelir dağılımı ve çarpık kentleşme ile birlikte bu yazının başında olumsuz bir tablo içine yerleştirdiğimiz değişen değerler ve yaşam biçimlerinin yeniden yapılanacağı umudu sıkça dile getiriliyor. Bu umut, Türkiye insanının yurttaşlığı, sivil toplumu, kendine, diğer insanlara ve çevresine sahip çıkma gerekliliği ile tanışması olarak açıklanabilir.
Bu anlamda iletişim, değerlerin ve hayatı yaşama biçimlerinin yeniden yapılanmasında temel bir role sahiptir. Hayatı yeniden keşfetmek, daha duyarlı ve sağlıklı bir birlikteliği ve gelişmeyi sağlamak için iletişim becerilerimizin de binalarımız gibi ele alınması gerekiyor. Bu anlamda birbirlerine karşı acımasız, kırıcı, anlayışsız, farklılıklar arasında benzemezlikleri arayan, sürekli diğerlerini “ötekileştirerek” zayıf bir kendi var etme çabasındaki rekabetçi ortamdan uzaklaşmaktan söz ediyorum.
Ayrıca yeni bir sorgulamanın başlaması için de önemli fırsatlar söz konusu. Bireyler olarak da toplum olarak da hep kader kurbanı olmaya çok eğilimliyiz. Eyleyen, yapan ya da kuran özne olmaktan çok edilgin bir kurban olmayı daha çok seviyoruz. Bir çok olayı, kendi dışımızda arayan yaygın bir kültürel iklimde yaşadığımızı düşünüyorum. Olaylar karşısından kendimizin, sorumluluğumuzun dışında nedenler arama konusunda tarihsel bir birikime sahibiz. Özgür irade ile hayatı dönüştürmeyi sağlayacak enerjiyi toplamaktan ve harekete geçmektense kurban olmak bize daha kolay geliyor kanımca. Bu yüzden hayatı dönüştürme yolunda kendimizle ve başkaları ile iletişimden kaçıyoruz.
Kaçtıkça daha sıradan, daha derinliksiz bir hayatta sığ insan ilişkilerinde boğulma noktasına geliyoruz. Kasım 1996’da Adam Sanat Dergisi’nde Siyasi Kayıp başlığı ile demokrasi ve bireyin gerçek bir hayatta, insani duyarlılıkları üretememesini “it dalaşı” deyimi ile özetlemiştim. İt dalaşı, gerçekçi ve sağlıklı bir hayat düşüncesinden uzaklaşmayı, kendi üzerine kapanmış, hayatı anlama ve dönüştürme mücadelesi veriyormuş gibi yapmayı açıklamaktadır. O yazının esin kaynağı olan Marguerite Duras’nın siyasi kayıp tanımlamasının hayat karşısındaki kayıp insanları da içerdiğini düşünüyorum.
“Çoğu kimseye göre siyasi bakımdan gerçek anlamda yönünü kaybetmek, bir parti yapısının içine girerek bunun yasa ve kurallarına boyun eğmektir. Yine çoğu kimseye göre apolitiklik dendi mi, herşeyden önce ideolojik bir kayıptan, bir eksiklikten söz ediliyordur. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem. Bana göre siyasi kayıp, herşeyden önce kişinin kendini kaybetmesidir, tatlılığı kadar öfkesini de sevme yetisi kadar nefretini de kaybetmesidir; ölçülülüğü kadar dikkatsizliğini de, tedbir kadar aşırılığı da, çılgınlığı, saflığı, cesareti kadar korkaklığını da, herşey karşısında duyduğu güven kadar kapıldığı dehşeti de, gözyaşları gibi sevincini de elden bırakmasıdır. Benim düşüncem bu” (Marguerite Duras, “Yeşil Gözler”).
Benim de düşüncem bu. Parçalardan çok bütüne yönlenen bir gözle hayata kendi özgür iradesi ile sarılan, umudu, acıyı, sevinci gerçek ve yaşanır kılacak bir iletişimin her alanda, ama öncelikle insan ilişkilerinde kurulması gereklidir. Hayatı, kendimizi, ülkemizi yenilemek için farklılıklar arasında benzerlikleri arayan insanlarla birlikte paylaşımcı, eşitlikçi, uzlaşmacı bir iletişim ortamını yeşertmemiz gerekiyor. Suçluluktan arınma konusunda başkalarını suçlamaktan vazgeçen ve sorumluluk alan yurttaşların en temel görevlerinden biri, böylesi bir iletişim ortamının gelişmesine katkı sağlamaktadır. İnsan olduğumuzu, birbirimize gereksinim duyduğumuzu hatırlayarak, farklılıklardan yaratılacak sinerji ile yeniden yapılanacak bir insan ilişkileri ortamında her şey daha kolay olacaktır. Modernizmin aşırı uzmanlaşmış ve parçalanmış bilgi ve eğitim anlayışından uzaklaşarak; her tür bilgiyi ve hayat deneyimini paylaşabileceğimiz bir Türkiye’ye yaklaşmak umuduyla.

Ferruh UZTUĞ
Öğretim Görevlisi, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi











İŞLETMELERDE İLETİŞİM

En kısa tanımı ile iletişim bilgi aktarımıdır. Mesaj ise, bir işletmenin çalışanları arasındaki bilgi, veri ve sezgi aktarımı sırasında kullanılan her türlü yazılı, sözlü ya da sözsüz haberleşme teknikleridir. İletişim bir mesaj alışverişidir. Temel bir iletişim sürecinin 7 unsuru vardır:
1. Gönderici
2. Filtre
3. Mesaj
4. İletişim kanalı
5. Alıcı
6. Çevre
7. Geribildirim (feedback)
Gönderici
İletişim sürecinin gerçekleşmesi için gerekli olan 2 kişiden birisi gönderici, diğeri ise alıcıdır. Gönderici, ilk olarak göndermek istediği mesajı fikir olarak zihninde oluşturur ve daha sonra bu fikri kodlar, diğer bir deyişle, sözcüklere, rakamlara ve şekillere dönüştürür. İletişimde bu süreci şifrelemedir. Fikir şifrelendikten sonra haberleşme kanalı vasıtası ile alıcıya gönderilir.
Filtre
Filtre, göndericinin ve alıcının kendilerine ulaşan mesajları değerlendirme tarzlarıyla ilgilidir ve burada devreye algılama girer. Algı, kişinin belli bir bilgiyi duyma, organize etme, anlama ve değerleme sürecidir. Algılama ve duyu farklı iki kavramdır. Kişinin içinde bulunduğu durum, beklentileri, geçmiş yaşamı, toplumsal ve kültürel unsurlar algılama sürecini etkilemektedir. Tüm bu unsurlar, kişilerin aynı mesajı farklı yorumlamasına sebep olmaktadır. Algılamadaki farklılığı, dışsal ve içsel olmak üzere 2 unsura bağlayabiliriz.
Dışsal faktörler;
1. Farklılık
2. Yoğunluk
3. Hareketlilik
4. Tekrarlama
5. Kontrast
6. Yenilik
7. Benzerlik
İçsel faktörler ise,
1. Kişilik
2. İhtiyaçlar
3. Amaçlar
4. Motivasyon
5. Değerler ve tutumlar
6. Geçmiş tecrübeler ve alışkanlıklar
Algılama konusundaki dışsal unsurlar, Gestalt psikolojisi olarak bilinen “bütün parçalarından büyüktür” prensibi doğrultusunda geliştirilmiştir. Algılama, haberleşme sürecinde önemli rol oynar, çünkü her mesaj göndericinin algılaması sonucunda oluşur ve algılama iletişim sürecinde filtre görevi görür.
Mesaj
Mesaj, göndericinin fikirlerinin, isteklerinin ve verilerinin sembollere dönüşmüş halidir. Sembollerin tek başlarına bir anlamları yoktur. Sembollere, anlamları göndericiler ve alıcılar yükler. Eğer, alıcının verdiği ve göndericinin algıladığı anlamlar birbirlerine uygunsa etkin bir iletişim söz konusudur. Etkin bir iletişimin gerçekleşmesi için, göndericinin sembollerini alıcının da tanıması gerekmektedir, aksi takdirde alıcı sembolleri tanıyamaz ve iletişim gerçekleşmez. Mesajlar sözlü ya da sözsüz (vücut dili) olabilir.
İletişim Kanalı
Kanal, mesajın göndericiden alıcıya aktarıldığı yoldur. Haberleşme kanalları, resmi ve gayri resmi olabilir. İşletme içindeki resmi iletişim kanallarına örnek olarak, emir-komuta zinciri, intranet, öneri/şikayet kutuları, şirket dergisi ya da işletme toplantılarını gösterebiliriz. Gayri resmi iletişim kanallarına ise, örnek olarak, dedikodu, söylenti haberleri, işletme dışı gruplaşmalar ve bizzat yöneticinin çalışanlarınla konuşmasını (MBWA-Management by walking around) gösterebiliriz.
Alıcı
Şifrelenmiş mesajı alan ve deşifre eden kişi alıcıdır. Alıcı, mesajı taşıyan sembolleri algılayıp anlam vererek iletişimi sonlandırır ya da kendisi bir mesaj göndererek bu sefer gönderici konumuna geçer. Etkin bir iletişim için, alıcının iyi bir aktif dinleyici olması gerekmektedir. Alıcı iyi bir dinleyici olduğu sürece iletişim süreci etkin olacaktır
Aktif bir dinleyici olabilmek için, alıcının;
1. Konuşmaktan çok dinlemesi,
2. Dinlerken her türlü önyargı, öntipler (stereotype), değerlendirmeler ve genellemelerden kendini uzak tutması,
3. Göndericiye karşı empati göstermesi,
4. Sabırlı olması ve konuşmacının sözünü kesmemesi gerekmektedir.
Alıcıların, aktif bir dinleyici olmasını engelleyen unsurlar ise;
1. Kişisel unsurlar: Alıcının göndericiye karşı olan tutumu, güveni ve inancı iletişimin farklı değerlendirilmesine sebep olabilir. Kişisel unsurlarda hale etkisi (halo effect), öntipler (stereotype), temel tutum hatası (fundamental attribution error), kendine yontan önyargı (self serving bias) ve etkileme yönetimi (impression management) gibi temel algılama hataları etkin iletişim için bir engel olmaktadır. Hale etkisinde, kişiler eğer bir alanda başarılılarsa her alanda başarılı olduğu düşünülür. Öntipler, kişilerin cinsiyetlerine, ırklarına atfedilmiş ilgili genel ön yargılardır. İş ortamlarında kadın çalışanların daha başarısız olacağının düşünülmesi bir öntiptir. Temel tutum hatasında, başkaları hatalı davrandığında onun hatasının sebeplerini içsel unsurlara (hata yaptı çünkü fazla akıllı değil), kişinin kendisi hata yaptığında hatasının sebeplerini ise dışsal unsurlara (hata yaptım çünkü üstüm bana haksızlık yaptı) şeklinde atıflarda bulunmasıdır. Kendine yontan önyargıda, kişi iyi ve olumlu davranışları kendisine, kötü ve olumsuz davranışları ise dışarıdaki sebeplere bağlar. Amaç kişinin öz-güven seviyesini koruyabilmektir. Etkileme yönetiminde, kişiler her zaman iyi ve olumlu yanlarını dışarıdakilere göstermeye çalışmaktadırlar. Çoğu zaman, yöneticiler hem işlerin zamanında yapılması için emir vermek hem de astları arasında sevilmek istediklerinden, etkileme yönetiminden dolayı çatışma yaşarlar.
2. Fiziksel unsurlar: Daha önce bahsedildiği gibi, gürültü etkin bir iletişimi engelleyen en önemli unsurdur.
3. Semantik unsurlar: Göndericinin mesajı oluştururken kodladığı semboller alıcı için anlam taşımıyorsa etkin iletişim gerçekleşmez.
4. Zaman baskısı: Yeterli zamanın olmayışı, göndericinin mesajı kısa tutmasına sebep olduğundan iletişim eksikliklerine sebep olabilir.
5. Algılama seçiciliği: Alıcının mesajın dinlemek istediği kısımlarını dinleyip mesajın geri kalanına kendini kapaması etkin iletişim için bir engeldir.
Çevre
Çevre, iletişim sürecini etkileyen bütün koşulları içerir. Çevre koşulları, iletişimi bozma özelliği taşıdığından önemlidir ve iletişimi bozan en önemli çevre koşulu ise gürültüdür. Çevre koşulları sadece fiziksel şartlarla sınırlı değildir, sosyal ortamlar da bir çevre koşuludur ve burada olumsuz geribesleme büyük önem taşır.
Geribildirim
Geribildirim, alıcı ve gönderici arasındaki geriye bilgi akışıdır. Bu sayede, gönderici mesajının anlaşılıp anlaşılamadığını öğrenir. Geribildirimin olmadığı bir iletişim “tek yönlü iletişim” iken, geribildirimin olduğu bir iletişim “çift yönlü iletişim”dir. Geribildirim, bir tür kontrol mekanizmasıdır ve iletişim sürecini etkinleştirir.
Etkin bir geribildirim,
1. Kişiye yardımcı olmayı amaçlar.
2. Belirli ve ayrıntılıdır.
3. Zamanında gelir.
4. Açık ve seçiktir.
5. Davranış üzerinde durur.
Etkin olmayan geribildirim ise;
1. Geneldir.
2. İlgisizdir.
3. Zamansızdır.
4. Kişiyi ve kişiliği vurgular.
5. Anlaşılması güçtür.
6. Tahmin ve yorum ağırlıklıdır.

Referanslar
Berko, R.M., Wolvin, A.D. & Wolvin, D.R. (1989). Communicating: A Social and Career Focus (4th ed). Boston: Houghton Mifflin Company.
Feldman, R.S. (1987). Understanding Psychology. NY: McGraw Hill.
Fisher, D. (1994). Communication in Organizations. NY: McGraw Hill.
Hellriegel, D., Slocum, J.W. & Woodman, R.W. (7th ed). Organizational Behavior. MN: West Publishing Company.
Koçel, T. (1999). İşletme Yöneticiliği (7th baskı). İstanbul: Beta.
Muchinsky, P.M. (1993). Psychology Applied to Work. California: Brooks/Cole Publishing Company.








KİŞİLER ARASI İLETİŞİM

1-TANIM
İki kişi arasında yüz yüze gerçekleşen iletişim. Kişiler arası iletişim genellikle kendiliğinden ve teklifsizdir. İletişimi gerçekleştirenler birbirlerinde sürekli geri bildirim alırlar. Roller görece esnektir. Çünkü taraflar nöbetleşe gönderici ve alıcı olarak iletişimde bulunurlar. Bu iletişimin gerçekleşmesi sırasında bireyler genellikle aynı fiziksel ortam içerisinde bulunurlar(Mutlu,1994). Gelişen teknolojiyle beraber kişiler telefon ve chat gibi iletişim alanındaki teknolojiden yararlanarak iletişim kurmaktadır. Kişiler arası iletişimi bir şema ile gösterecek olursak;
İletişim birey A'dan birey B'ye olduğu gibi aynı şekilde Birey B'den Birey A'ya doğru da olabilir.(Usluata, 1991, s.47) Burada bireyler arasında sürekli bir geribildirim gerçekleşmektedir. Geribildirimin olmadığı takdirde iletişim gerçekleşmez, iletim gerçekleşir. İletişim çift taraflı iletim ise tek taraflıdır.
Kişiler arası iletişimin diğer bir tanımına göre de başkalarını tartıp, varılan yargıya göre davranma sanatıdır.(Usluata, s.48)Başka bir tanıma göre de kişiler arası iletişim(Dökmen, s.23) kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimdir. Karşılıklı iletişimde bulunan kişiler, bilgi-sembol üreterek, bunları birbirlerine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Bazı araştırmalara göre ise her türlü iletişimi kişiler arası iletişim saymamak lazımdır.
Yapılan bir araştırmaya göre bir iletişimin kişiler arası iletişim sayılabilmesi için 3 şart aranır
1. yüz yüze olması
2. katılımcılar arasında bir mesaj alışverişinin olması
3. söz konusu iletişim sözlü veya sözsüz nitelikte olmasıdır.
Örneğin yazışmalar kişiler arası iletişim sayılmaz. Bu çok sayıda tanımın buluştuğu nokta kişiler arası iletişimin psikolojik nitelikli bir bilgi alışverişi olduğudur. Bu arada bir noktayı belirtmekte yarar var; sadece sosyal roller arasında kurulan ilişkiler kişiler arası iletişim değildir. Kişiler arası iletişimin olması için mutlaka o sosyal rolün dışına çıkılmalıdır. Örneğin hoca ile öğrenci arasındaki iletişim sadece derse yönelikse bu kişiler arası iletişim değildir. Ne zaman ki dersin dışına çıkılıp kişisel konulara girilince o zaman kişiler arası iletişim gerçekleşmiş oluyor. Yine bir tanıma göre de kişiler arası iletişim (Usluata, s.52)kişileri başkalarından ayıran özellikler, kişisel tutumlar, düşünceler, beğeniler belirlenecek biçimde bir bilgi alışverişi yapıldığında gerçekleşmektedir.
Kişiler arası iletişimin en karmaşık aracı olan konuşma; bilgi aktarma, başkalarının davranışlarını yönlendirmeyle, buyruklarla , kimi kez şakayla, kimi kez saldırgan kırıcı sözlerle karşıdakini etkilemek için kullanılır. Kişiler arası iletişim kendini iki şekilde gösterir. Sözlü ve sözsüz. Sözlü iletişimde konuşma en önemli yeri tutarken sözsüz iletişimde ise , yüz anlamları, göz hareketleri, bedenin duruşu, giyinmeyi , sesin özelliklerini içeren bu iletişim beden dili olarak bilinir.(Usluata, s.54) Kişinin bedensel duruşu kişinin içinde bulunduğu duygusal durumu açıklayabilir. Örneğin , kızgınlık, ilgisizlik , utanma, kararsızlık vb.(Usluata, s.55)
Grup iletişimi de kişiler arası iletişimi etkileyen önemli bir faktördür. Örneğin aile bir gruptur ve bu grubun içerisinde kişiler arası iletişim gerçekleşmektedir. Grup içerisinde de alt gruplar oluşabilir ve de bunlar daha çok daha derin ilişki içerisinde olabilirler(Arkonaç, 1993) Aynı grubun üyesi olan kişiler arasında mutlaka iyi ilişkilerin olması beklenemez. Örneğin sizinle aynı siyasal görüşte olanların oluşturduğu grubun içerisinde hoşlanmadığınız ve iletişim kurmak istemediğiniz kişiler olabileceği gibi sizin karşıt olduğunuz grup içerisinde yer alan fakat çok hoşlandığınız ve iletişim kurmak istediğiniz insanlar da olabilir. Karşıdaki insanla iletişim kurmaya nasıl başlanılacağı, iletişimin sürdürülüp sürdürülmeyeceğine karar vermeden önce diğer kişinin tutumlarının duygularının kişilik yapısının hakkında bilgi sahibi olunması başarılı bir iletişim için gereken unsurlardandır. Aksi takdirde şakacı bir insana çok ciddi davranırsanız başarısız sonuçlar elde etmiş olursunuz ve o kişiyle iletişimi sürdürmekte büyük güçlüklerle karşılaşabilirsiniz.
Bir insanın diğer bir insanla iletişime geçmesinin sayılamayacak kadar çok nedeni olduğu söylenebilir. İnsanlar genellikle bir ihtiyacını karşılamak için iletişimde bulunurlar.
Bunun yanında şu nedenlerin de iletişim kurmada etkili olduğu söylenebilir:
1. Tanıma: insanlar daha önceden tanıdığı kişilerle daha kolay iletişimde bulunurlar.
2. Çekici bulma: İnsanın içerisinde çekici bulduğu kişiye karşı daha çok iletişim kurma isteği olduğu söylenilebilir.
3. Zorunluluk: bazen bazı işlerimizi görmek için bazı insanlarla iletişim kurmak zorunluluğu doğar. Örneğin kütüphaneden kitap ödünç almak isteyen bir insanın zorunlu olarak kütüphane çalışanları ile iletişim kurması gerekebilir.
4. Benzer özelliklere sahip olma: ilgi alanları birbirine yakın olan insanların daha kolay iletişim kurdukları söylenebilir. Örneğin aynı futbol takımının taraftarı olan insanlar daha kolay iletişime geçebilirler.
2-TEMEL İLETİŞİM SÜREÇLERİ
İletişim bir süreç içerisinde gerçekleşen bir olaydır.bu süreç içerisinde kod, kodlama, kod açma, yorumlama, geri iletişim yer almaktadır. Şimdi bu süreçleri daha yakından incelemeye başlayalım.(Cüceloğlu, insan insana, s.72-78)
a- Kod: mesajın işaret haline dönüşmesinde kullanılan simgeler ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların tümüne kod adı verilir. Şu anda bu yazıyı Türkçe kod kullanarak yazıyorum. Karşılıklı konuşurken aynı anda değişik kodlar kullanılır. Yüz ifadesi, söyleyiş tarzı, el ve kolların hareketleri de ayrı ayrı kodlar aktaran mesajlardır.
b- Kodlama: mesajın içeriğinin kod simgelerine dönüştürülmesine kodlama denir. Belirli bir niyet ya da duygunun değişik kodlarla ifade edilebileceğini yukarıda belirtmiştik. Örneğin kızgınlık duygusu kullanılan kelimelerle, söylenilen kelimelerle ifade edilebileceği gibi kişinin yüz ifadesiyle de belirtilebilir.
c- Kod açma: kodlanarak gelen mesajın içeriğini yeniden elde etmek için yapılan çözümleme sürecine kod açma denir.
d- Yorumlama: yorumlama yeniden bir değerlendirmeyi gerektirir. Kod açılarak elde edilen mesajın içeriğine, o andaki bütün ilişkiler ve koşullar çerçevesi içinde yeniden anlam verilmesine yorumlama denmektedir. Bazı durumlarda kod açılarak elde edilen anlamla yorumlama sonucunda elde edilen anlam arasında pek bir fark yoktur. Bazen de tamamen farklı bir yorumlama yapılabilir. Bazen bizim söylemek istediğimiz şeyle karşıdakinin anladığı arasında farklılıklar meydana gelebilir.
e-Geri iletim: kaynak birimin gönderdiği mesaja karşılık hedef birimin gönderdiği cevaba geri iletim adı verilir. Kişinin kendisinin gönderdiği mesajı kendisinin alması sürecine kendine geri iletim adı verilir. Eğer kişi kendi söylediklerini duyamaz ise 3-4 dakikadan fazla konuşamaz.
3-BİR İLETİŞİM MODELİ BİR İLETİŞİM MODELİ
Kaynak: İnsan İnsana, Doğan Cüceloğlu, İstanbul, s.72.
Konuşan iki kişiden birisi kaynak diğeri de hedef birimi oluşturur. Bu iki birim arasında mesajın gidip geleceği kanallar vardır. Örnekte kaynak ve hedef birim insan olduğundan birimler yapı ve işlev olarak birbirlerine benzerler. Her birimde merkez, gönderici ve alıcı vardır. İletişim modelindeki öğeler ve süreçler ise şunlardır.
1- Kaynak ve hedef birimler
2- Kanal
3- İletişim ortamı
Bunlara yakından göz atmak gerekirse;
1-Kaynak ve hedef birimler: Merkez: gönderilecek mesajların içeriğinin (duygu, düşünce, niyet, güdü, eylem vb. ) oluştuğu ve gönderilmek üzere seçildiği bölümdür. Gönderici:merkezdeki içeriği sözlü ya da sözsüz işaretler haline dönüştürerek kanala bırakan öğedir. Bedenin hareketleri ve duruşu mesaj niteliği taşıdığından tüm beden bir gönderici olarak çalışır. Alıcı:işaret biçimine dönüşmüş olarak kanaldan gelen mesajları alan ve merkeze aktaran öğedir.
2- Kanal Kanal: Kaynak ve hedef birimler arasında yer alan ve işaret haline dönüşmüş mesajın gitmesine olanak sağlayan yola , geçide kanal adı verilir. Bilindiği gibi telefonla sadece işitsel kanalla iletişim kurulabilir. Karşımızdakinin yüz ifadesini göremeyiz. Buna karşılık yüz yüze iletişimde aynı anda birden fazla iletişim kanalı ile iletişim kurarız. İletişimde kullanılan kanal sayısı arttıkça iletişimin etkisi de o derecede artar. İşaret: mesajın göndericiden geçtikten sonra temsil edildiği fiziksel biçim. Şu anda burada yazılan kelimeler fiziksel işaretlerden meydana gelmektedir. Çıktı: kaynak birimin gönderdiği işaretlerin tümüne çıktı adı verilir. Girdi: hedef birimin alıcısının yakaladığı işaretlerin tümüne girdi adı verilir. Gürültü: kaynak birimin gönderdiği mesaj ile hedef birimin aldığı mesaj arasında fark varsa bu farka gürültü denir.
3- İletişim ortamı: İletişim sürecinin etkileyebilecek nitelikleri olan ve iletişim durumu içinde bulunan kişi nesne ve olayların tümüne iletişim ortamı denir. Burada bir noktaya değinmekte fayda vardır. Algılamanın kalitesi de iletişimde çok önemli rol oynar. Örneğin karşısındaki kişi ile iletişimde bulunan bir insan kendisinin ve karşısındakinin psikolojik fiziksel ve sosyal düzeyde durumlarının bilincinde bulunmaya özen gösteren ve
algıladığı durumların sayısını ve kalitesini arttıran insanın insan ilişkilerinde daha başarılı olabileceğini söyleyebiliriz. Bir de şöyle bir durum söz konusudur; insanın bir algılama kapasitesi vardır ve bunun ötesinde her şey kendisine anlamsız gelecektir.
3-DİNLEMEK
Dinlemenin değişik türleri vardır. Bunlardan en yaygın olanı görünüşte dinlemedir. Bazen karşımızdaki bizi dinliyormuş gibi gözükür, fakat iç dünyası bambaşka bir yerdedir. Ya da kafasında bizim söylediklerimizden çok daha önemli sorunları vardır. Bazı insanlar ise kendi söyleyeceklerinin dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler , bazı insanlar ise konuşulan konularda sadece kendi ilgisini çeken konularda karşısındakini dinlerler. Bu tür dinleyiciler seçerek dinleyenlerdir. Duygusal yönden saplanmış dinleyiciler de vardır. Siz ne söylerseniz söyleyin ondan bir hüzün çıkartanlar olduğu gibi her söylenenden bir espri, gülünecek şeyler arayanlar da vardır. Başka bir dinleyici türü de savunucu dinleyicidir. Bu tür dinleyiciler siz ne söylerseniz söyleyin sanki her şeyi kendine yapılmış bir saldırı gibi algılama eğilimleri vardır. Ve bunlar hücuma karşı hemen savunmaya geçerler. Diğer bir dinleyici türü de tuzak kurucu dinleyicidir. Bu kişiler siz konuşmaya başlayınca hiç seslerini çıkarmadan dinlerler. Ne zaman ki söylediğinizde bir açık bir eksik bulsunlar hemen sizi zor duruma sokacak konuşmayı başlatırlar. Bazı dinleyenler de yüzeysel dinleyicilerdir. Bu tur dinleyicilerin konuşanın söylediklerinin altında yatan asıl anlama ulaşma ihtimalleri yoktur. Dinlediğinin anlamak için iki kişi arasında geçen konuşma sürecinin en önemli yönlerinden biri de geri iletimdir. (Cüceloğlu Doğan,a.g.e.s. 168)
Geri iletim olan bir dinleme türüne bir örnek verelim. ''Çocuk: yarın Ahmet'in doğum gününe gitmek istemiyorum Anne: anladığım kadarıyla Ahmet'le bir sorununuz var Çocuk: ondan nefret ediyorum. Hiç dürüst değil Anne: dürüst olmadığı için ondan nefret ediyorsun Çocuk: evet öyle''(Yavuzer, 1999) Bazen ise konuşan kişi aşırı sinirli bir durumdadır. Onunla konuşulduğunda ilginç durumlar ortaya çıkabilir.
Örneğe bakalım; 'Trafik tıkanmıştır ve bu en öndeki arabanın motorunun bozulmasından kaynaklanmaktadır. Sürekli kornaya basan ve de bu durumdan son derece sinirlenmiş birisi vardır. Şimdi bu kişiyle yapılan diyaloga bir göz atalım;
A:'Beyefendi arabanın motoru sürücüsü istediği için mi bozuldu?
B:'Bana ne arabasını neden yolun ortasında durdurdu. Önümüzü kapattı. Ben gidemiyorum öyle kızdım ki arabadan inip onu dövecektim .
A:'Bu sürücü arabası gidecek durumda olsa gitmeyi mi seçer yoksa böyle yolun ortasında durmayı mı?
B:'Baksana arabası yol ortasında duruyor. Onun yüzünden gecikeceğim aptal salak yol ortasında duruyor.
A:'Senin kendi arabanda oturarak korna çalman ve adama küfretmen o arabanın motorunun çalışmasına yardım eder mi?
B:'Bana ne o da arabasını yol ortasında durdurmasaydı. Onun yüzünden gecikeceğim onu dövmek istiyorum
A:'Senin arabanın motoru dursa senin yaptığın şeylerin sana yapılmasını ister misin ?
B:'Benim arabamın motoru durmaz.
A:'Ona yardım etmeyi hiç düşündün mü?
B:'Bana ne o da arabasını yol ortasında durdurmasaydı.(Cüceloğlu, İçimizdeki Biz,1997)
Görüldüğü gibi bu iletişimde bizim toplumda çok sık olarak karşılaştığımız bir durum vardır. Üstün Dökmen'e göre bizim içinde yaşadığımız toplumda çok önemli eksiklerden birisi de ileri de değinileceği gibi empati eksikliğidir. Kişiler içinde bulundukları duruma sadece kendi bakış açısından yaklaşmakta, bu da pek çok şeyi sorun haline getirmektedir. Bu da sorunu çözmek bir yana içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Bir kimse ile konuşurken onun demek istediğiyle bizim anladığımızın aynı olup olmadığını anlamak için geri iletimi kullanmak verilen ve alınan mesaj arasındaki aksaklıkları gidermek için iyi bir yol olduğu söylenebilir.( Cüceloğlu, insan insana, s.174, 175) Diğer bir dinleme türü de aktif dinlemedir. Ve dinleme türleri arasında diğerlerine göre bir üstünlüğü vardır.
Onun bu üstünlüklerini şöyle sıralayabiliriz.
1- Doğru yolu göstermek zorunda olmaksızın onu gerçekten anlamak amacıyla karşımızdaki kişiyi bütün dikkatimizle dinlemek karşımızdakine büyük bir huzur ve güven sağlar. Kişi bu huzur ve güven ortamı içinde kafasındakileri ortaya koymaktan çekinmez.
2- Konuşan kendisini rahatsız eden her şeyi rahatlıkla ortaya koyabilecek duruma gelince, kendi sorunlarına daha bir iç rahatlığıyla bakabilir. Ve o ana kadar farkına varmadığı değişik pek çok yönün de farkına varabilir.
3- Aktif dinleme örtük anlamları ortaya çıkarmak için iyi bir olanak sağlar.
4- Diğer bir üstün yanı ise diğer insanı daha yakından tanımamıza olanak sağlamasıdır. Aktif dinleme sonrasında kişi kendini daha rahatlıkla açacak ve böylece daha sağlam bir ilişkinin temeli atılacaktır. Ayrıca dinlerken karşıdaki insanı dinlerken ;
 yargılamak
 belirli bir yöne çekmek
 onun temelde ne anlatmak istediğini anlamadan ona öğüt vermek ilişkiyi olumsuz etkileyecektir.
Bazen insanlar birbirlerini hiç dinlemezler. Şu örneğe bakalım; ''Karısı:canım bu gün radyatörün arkasındaki akıntıyı tamir edecek tesisatçı gelmedi Kocası:(televizyonda maç seyrederken )hı-hı Karısı:boru patladı ve bodrumu su bastı Kocası:sessiz ol şimdi gol atacak Karısı:bazı kablolar ıslandı ve köpeğimizi neredeyse elektrik çarpacaktı Kocası:tamir et o zaman Karısı:veteriner köpeğin bir haftada iyi olabileceğini söyledi Kocası: bana bir kola verir misin? Karısı: tesisatçı bizim boruların kesildiğine sevindiğini söyledi. Kocası: dinlemiyor musun bir kola istedim. Karısı: Peki Stanley senden ayrılıyorum. Tesisatçıyla balayına Havai'ye gidiyorum. Kocası:lütfen yakınmayı bırakıp bana bir kola getirir misin? Buradaki sorun hiç kimsenin beni dinlememesi''(Mesiti, S.46-47) Bu örnekte görüldüğü gibi hiç kimse birbirini dinlememektedir. Ve sadece kendi durumlarıyla ilgilenmektedirler. Yani bir empati eksikliği vardır. Şimdi tüm dinleme türlerinin en üstünü olan empatiye geçebiliriz.
Empatik dinleme: tanım olarak kişinin iç dünyasını anlayarak onun gözüyle dünyayı görebilme sürecinin dinleme yapılırken gerçekleşmesi. Bu süreç kişinin davranış duygu ve düşüncelerini yargılamadan onun kişisel bağlamı içinde onu anlamayı ve yorumlamayı içerir. Empatik dinleme başkasının değer yargılarını kavramaktır. Onun söylediklerini onun gözüyle anlamaya çalışmaktır. Onun söylediklerine kendi gözümüzle ve değer yargılarımızla bakarsak empati yapmış olmayız (Covey ,1998, s.256). Ayrıca empatik dinlemeyi karşı taraf hissettiğinde kişi kendisini güvende hissedecektir. (Myers) İşitmek ve dinlemek arasında büyük farklar vardır. İyi bir dinleyici karşısındaki insanı yargılamadan dinlemeyi bilir. Yargılama sadece sözle olmaz, yüz ifadeleri, bedenin duruşu, sesin tonu, söylenmeyen düşünceler ile de insanlar birbirlerini sürekli yargılarlar. Sadece gelişmiş olgun insan karşısındakini olduğu gibi yargılamadan duyabilir. Bu beceri ve tutumun altında kişinin olgunluğu ve gelişmişliği yatar. İnsanı gerçekten anlamak isteyen kişinin, dinlediği kişinin kendisine özgü paradigmasını, dünyaya bakar kullandığı gözlükleri tanıması ve bilmesi gerekir. Bireyi tek ve emsalsiz yapan, onun kendine özgü paradigmalarıdır. Kişiyi tek ve emsalsiz görmedikçe onu anlamak için gerekli dikkat ve ilgiyi göstermeyiz. Demek oluyor ki bireyi anlamadan ona yardım edilemez. Kişiyi anlamak onun iç dünyasını karşısındaki ile paylaşabilmesinden geçer. Bireyin karşısındakine güven duyabilmesi için kendisini dinleyenin karakter sahibi bir kimse olduğuna inanması gerekir. (Cüceloğlu, İyi Düşün ...1998, S.359-360-361)
Şimdi empatik dinleme ile diğer dinleme arasındaki farkı bir örnekle görelim. ''Bir baba ile ergenlik çağındaki oğlu arasındaki tipik sayılabilecek bir iletişime göz atalım. 'Baba okuldan bıktım artık! Tam ineklere göre bir iş bu.' 'Ne var oğlum?' 'Hiç pratik değil okumak. Yararlı bir şey öğrendiğim yok.' 'Yararını henüz göremezsin oğlum. Ben de senin yaşındayken aynı şeyleri hissettim. Bazı derslerin ne kadar gereksiz olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Ama daha sonra en çok o derslerin yararını gördüm. Biraz sık dişini. Sabret. (Öğüt)' 'Ben zaten on yılımı okulda geçirdim. Bir oto tamircisini x+y' nin ne gibi yararı olacağını söyleyebilir misin?' 'Oto tamircisi mi? Şaka mı ediyorsun?(Değerlendirme)' 'Hayır, Joe' ya baksana, okuldan ayrıldı. Arabalarla uğraşıyor, çok da iyi para kazanıyor. Pratik olan bu. 'Şimdilik böyle görülebilir. Birkaç yıl sonra okulunu bitirmediğine pişman olacaksın. Sen oto tamirciliği falan istemiyorsun. Kendini daha iyi bir işe hazırlaman için eğitim gerekli. (Öğüt)' 'Bilmem ki Joe' nun durumu çok iyi.' 'Seni bu duruma getirmek için annemle benim ne kadar özveride bulunduğumuzun farkında mısın? Buraya kadar geldikten sonra vazgeçilir mi artık? (Değerlendirme)' 'Özverilerinizi biliyorum baba. Ama buna değmez.' 'Bak TV' nin önünde daha az vakit geçirip ev ödevlerini biraz daha zaman ayırırsan belki...(Öğüt, değerlendirme)' 'Babacım boşa konuşuyoruz. Off...Boşver, bu konuda konuşmak istemiyorum zaten.' Babanın iyi niyetli olduğu belli. Oğluna yardımcı olmak istediği de belli. Ama oğlunu gerçekten anlamaya başladı mı dersiniz? Oğluna daha dikkatle bakalım. Sadece sözlerini değil, parantez içinde açıklanan düşünce ve duygularına da bakarak babasının otobiyografik karşılıklarının onun üstünde yapabileceği etkileri görelim. 'Baba okuldan bıktım artık! Tam ineklere göre bir iş bu.' 'Ne var oğlum?(İlgilendin demek, iyi.)' 'Hiç pratik değil okumak. Yararlı bir şey öğrendiğim yok.( Okulla bir sorunum var, moralim çok bozuk.)' 'Yararını henüz göremezsin oğlum. Ben de senin yaşındayken aynı şeyleri hissettim. (Eyvah, yine babamın hayat hikayesini dinleyeceğim. Benim konuşmak istediğim bu değil ki. Okula gitmek için karda yalın ayak kaç kilometre yürüdüğünden banane. Ben sadede gelelim istiyorum.) Bazı derslerin ne kadar gereksiz olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Ama daha sonra en çok o derslerin yararını gördüm. Biraz sık dişini. Sabret. (Sabırla çözülecek sorun değil bu. Bir anlatabilsem sana.)'
'Ben zaten on yılımı okulda geçirdim. Bir oto tamircisini x+y' nin ne gibi yararı olacağını söyleyebilir misin?' 'Oto tamircisi mi? Şaka mı ediyorsun?(Oto tamircisi olmam hoşuna gitmeyecek anlaşılan. Okulu bitirmezsem de hoşlanmayacak benden. Gerekçe göstermem lazım.)' 'Hayır, Joe' ya baksana, okuldan ayrıldı. Arabalarla uğraşıyor, çok da iyi para kazanıyor. Pratik olan bu.' 'Şimdilik böyle görülebilir. Birkaç yıl sonra okulunu bitirmediğine pişman olacaksın. (Hadi bakalım, eğitimin değerleri hakkındaki 16. konferans başlıyor.) Sen oto tamirciliği falan istemiyorsun. Kendini daha iyi bir işe hazırlaman için eğitim gerekli. (Nereden biliyorsun baba? Ne istediğim hakkında hiç fikrin var mı ki senin?)' 'Bilmem ki Joe' nun durumu çok iyi. (Başarısız değil, okulu yarım bırakmasına karşın hayatta başarısız olmamış işte.)' 'Seni bu duruma getirmek için annemle benim ne kadar özveride bulunduğumuzun farkında mısın? Buraya kadar geldikten sonra vazgeçilir mi artık? (Tamam şimdi de suçluluk duymam gerekiyor herhalde. Belki gerzeğin biriyim. Okul harika, annem babam harika, ben ise gerzeğim)' 'Özverilerinizi biliyorum baba. Ama buna değmez.(Beni anlamıyorsunuz işte mesele bu.)' 'Bak TV' nin önünde daha az vakit geçirip ev ödevlerini biraz daha zaman ayırırsan belki...(Sorun bu değil ki baba ilgisi yok. Sana hiç anlatamadım derdimi zaten. Denemem bile aptallıktı.)' 'Babacım boşa konuşuyoruz. Off...Boşver, bu konuda konuşmak istemiyorum zaten.' Birini sadece sözlere dayanarak anlamaya çalıştığımızda;özellikle de bu insana kendi gözlüğümüzle baktığımızda ne kadar yetersiz kaldığımızı görebiliyor musunuz? Saf bir istek , kişiye özgü güçlü bir karakter ile empati becerimizi geliştirmedikçe bir başkasının içerisine giremez , dünyaya onun gözüyle bakamazsınız.
Karşınızdaki insanı empatiyle dinlediğinizde , durum inanılacak gibi değildir. Karşınızdakini gerçekten anlamaya çalışır, içeriğini kendinizce ifade eder ve duyguyu yansıtırken ona psikolojik bir soluma imkanı tanımış olursunuz. Ayrıca onun kendi duygu ve düşüncelerini incelemesine de yardım edersiniz. Karşınızdaki, onu dinlemeyi ve anlamayı içtenlikle istediğinize gitgide daha fazla inanıp güveni artarken içinden geçenlerle size söyledikleri arasında engeller ortadan kalkar. Böylece ruhtan ruha bir akım başlar . artık karşınızdaki belirli bir şeyi hissederken , size bununla ilgisi olmayan sözler de söylemez. En derin savunmasız duygularını ve düşüncelerini size açıklayabileceğine inanır. 'Baba okuldan bıktım artık! Tam ineklere göre bir iş bu.'(seninle konuşmayı dikkatini çekmeyi istiyorum) 'düş kırıklığına uğramışsın(bu doğru. Gerçekten de böyle hissediyorum) 'bu doğru hiç pratik değil okumak.
Yararlı bir şey öğrendiğim yok.' 'yani okulun sana bir yararı olmadığını düşünüyorsun öyle mi?( dur da düşüneyim. Benim kastettiğim bu mu?) 'şey , evet. Bana yararı dokunacak bir şey öğrenemiyorum. Yani Joe'ya baksana . okuldan ayrıldı. Arabalarla uğraşıyor. İyi de para kazanıyor pratik olan da bu.' 'yani Joe'nın akıllıca bir iş yaptığını düşünüyorsun öyle mi?(eh...) 'eh bir bakıma öyle! O artık iyi para kazanıyor. Ama birkaç yıl sonra herhalde kendi kendine kızacak. ' 'yanı Joe'nın yanlış karar verdiğini düşüneceğini hissediyorsun. 'kesinlikle öyle olacak. Baksana kaçırdığı fırsatlara! Eğitimin yoksa bu dünyada hiçbir yere varamazsın. ' 'eğitim , gerçekten önemli' 'ah, evet. Yani diploman yoksa, işe ya da üniversiteye giremezsen ne yaparsın? Eğitim görmek şart. ' 'geleceğin açısından önemli' 'öyle. Hem de... bak , beni kaygılandıran bir şey var. .. anneme bir şey söylemezsin değil mi? 'Anneni durumu öğrenmesini istemiyorsun öyle mi? 'Şey , pek öyle değil. Yani ona söyleyebilirsin sanırım. Zaten nasıl olsa öğrenir. Dinle. Bugün sınava girdim. Şu okuma testine. Ama baba, bana okumamın dördüncü sınıf düzeyinde olduğunu söylediler. Dördüncü sınıf ve liseyi bitirmeme bir yıl kaldı. ' Gerçek bir anlayış durumu nasıl da değiştiriyor! Gerçek soruna yönelmedikçe , dünyanın bütün iyi niyetli öğütleri bir araya gelse beş para etmez. Kendi paradigmalarımıza gömülüp kalmışsak , dünyayı başka bir bakış açısıyla görecek kadar uzun süre gözlüğümüzü çıkarmamışsak , soruna da hiçbir zaman ulaşamayız. 'Ben sınıfta kalacağım baba . sınıfta kalacağıma göre okulu bırakmam daha doğru olacak. Ama okuldan ayrılmayı da istemiyorum.' 'Kendini sıkışmış hissediyorsun ikileme düşmüşsün. 'Sence ne yapmalıyım baba.' Bu baba, önce anlamaya çalışarak, karşılıklı konuşma fırsatını yeni bir dönüşüm fırsatı haline sokuyor. 'işi bitir' düzeyindeki statik iletişim yerine, yalnız oğlunu değil ilişkilerini de etkileyecek , bunu değiştirecek bir durum yaratıyor.
Oğlunun katman katman açılıp asıl soruna ulaşması için onu güçlendiriyor. Şimdi baba oğul masanın iki yanında oturup birbirlerine bakmak yerine, yan yana oturmuş soruna bakıyorlar. Oğul babasının otobiyografisini açarak onun fikrini almak istiyor. Ancak baba, öneride bulunurken bile oğlunun iletmek istediği şeye duyarlı olmak zorunda. Verilen karşılık mantıklı olduğu sürece baba etkili biçimde sorular sorup, fikir verebilir. Ama verilen karşılık duygusal olmaya başlar başlamaz tekrar empatiyle dinlemeye geri dönülmesi gerekir. 'şey.. göz önünde bulundurmak isteyeceğin bazı şeyler geliyor aklıma' 'ne gibi baba' 'okuma konusunda özel ders alabilirsin, belki de teknik okulda bunun için bir kurs vardır. ' 'ben bunu sordum bile. Ama çok zaman istiyor.' Baba , bu yanıttaki duyguyu hissederek tekrar empatiye dönüyor. ' bunun bedeli biraz ağır. ' 'baba zaten altıncı sınıf takımına kaptanlık yapacağıma söz verdim. ' 'onları düş kırıklığına uğratmayı istemezsin. ' ' ama sana şunu söyleyeceğim baba . o kursun gerçekten bir işe yarayacağını düşünseydim, oraya her gün giderdim. ' 'yardım istiyorsun ama kursun bir işe yarayacağından da emin değilsin. ' 'yararı olur mu sence , baba? Oğul yine açık ve mantıklı. Tekrar babasının otobiyografisini açıyor. Şimdi babanın eline etkilemek ve dönüştürmek için bir fırsat daha geçiyor. İnsanlar gerçekten acı çekerken salt anlama isteğiyle onları dinleyince, size ne denli çabuk açıldıklarına hayret edersiniz. Açılmak isterler. İkiyüzlülük ve hilekarlık yapmadan , gerçekten anlamaya çalışırsanız başka bir insandan size akacak saf bilgi ve anlayış sizi kelimenin tam anlamıyla sersemletecektir. Ama samimi değilseniz bunu denemeyin bile. Bunun yaratacağı açık sözlülük ve savunmasızlık , karşınızdaki kişi kendisinin umursanmadığını hissederse, sizin zararınıza olabilir. Onu aslında dinlemek istemediğinizi anladığı an , her şeyi boşu boşuna gözler önüne serdiğini hissederek size kırılır. Empatiyle dinleme zaman alır; ama yolun sonuna gelmişken dönüp hataları , yanlış anlamaları düzeltmek, her şeyi yenilemek , açıklanmamış, çözümlenmemiş sorunlarla yaşamak , insanların psikolojik solunumunu engellemenin sonuçlarıyla uğraşmak kadar değil. (Covey s.263-269)
İLETİŞİMDE BAŞARILI OLMAK İÇİN SUNULAN BAZI ÖNERİLER
İnsan ilişkilerinde başarılı olmak için insanın doğasını iyi tanımak gerekir. Başarılı bir iletişimde bulunabilmek için insanın bu ilişkiden beklentilerini anlayabilmek gerekir. İnsanlar oldukları gibi kabul edilmek , söyledikleri ve yaptıklarının onaylanması ve değerlerinin bilinmesini isterler. (Giblin, 1995) İnsanlarla konuştuğumuz zaman önce ihtilaflı noktalardan başlamamak gerekir. Anlaştığımız, birleştiğimiz noktalar üzerinde durarak , bunları takviye ederek başlamalıyız. (Carnigie) İyi bir iletişimde bulunmak için karşımızdaki insanın gereksinmelerini anlayabilmek ve ona uygun davranabilmek gerekir. Covey şöyle der:'' insanlar arasındaki ilişkilerde öğrendiğim en önemli ilkeyi bir tek cümlede özetlemem gerekseydi şöyle derdim: önce anlamaya çalışın sonra anlaşılmaya. Bu ilke insanlar arasındaki
etkili iletişimin altın anahtarıdır. (Covey, s.252) Etkili iletişim bir kaynakta ise şöyle tanımlanmıştır. Temelinde farkında olma ayrıntılı olarak iç ve dış dünyanın bilincinde olma yatan iletişim. Kişinin kendini bilmesi, onun kendi algılama, yorumlama, yansıtma, duygu ve arzularının farkında olması demektir. Karşısındakinin farkında olan kişi ise onun davranışının nasıl bir iç dünyayı yansıttığını onun deneyimlerinin ve yaşantılarının ne olduğunu anlar. (Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, S.250)
SONUÇ
İletişimin hayati bir öneme sahip olduğunu ve de etkili iletişim kurmanın ne derece olumlu sonuçlar yaratacağını gördük. Bozuk bir iletişimin sorunların çözümü için hiçbir fayda sağlamadığını aksini sorunları daha da arttırıp içinden çıkılmaz bir hale soktuğunu da biliyoruz. Burada bir noktaya değinmekte fayda bulunmaktadır. İletişimi sağlıklı sürdürmek isteyen kişinin insanın doğasını bilmesi hayati önem taşımaktadır. İnsanın doğasını bilmenin en iyi yolu da insanın kendisini tanımasıdır. İnsan kendini tanımaya başlayınca diğer insanları da tanıma fırsatını yakalayacak ve hayatı daha da zenginleşecektir. Kendini tanımayı biraz açalım; kendini tanıma ''iletişim benimle başlar'' ilkesine dayanmaktadır. İnsan kendisiyle sağlıklı iletişimi, kendisini yargılamadan anlamaya çalışarak kurduğu iletişimdir. Bu sayede insan kendisinin eksik yönlerini, güçlü yönlerini görecek, duygu ve heyecanlarının altında yatan nedenleri keşfedecektir. Kısacası kendisiyle yoğun ve her zaman olabilecek bir iletişim içerisinde olacaktır. Zaten diğer insanlarla bazen iletişimde bulunuyoruz, kendimiz ise her an yanımızda olan bir insandır. Onun gereksinmelerini anlamak ve onları uygun bir şekilde karşılama çabası sarf etmek kendimizle barışık olmamızı sağlayacaktır. Bu da doğal olarak diğer insanlarla olan ilişkilerimize yansıyacaktır. Onları da daha başarılı kılacaktır. İlişkileri yok sayan şey iletişimsizliktir. İletişim kurmamak dünyadan ve yaşamdan kopmanın bir göstergesidir. Kendinden kopmak ve habersiz yaşamak ise insanın psikolojik olarak ölümü anlamına gelmektedir. Psikolojik olarak yaşamdan kopan insanın ise şevksiz, neşesiz, isteksiz , dengesiz bir yaşam süreceğini söylemek yerinde olacaktır. İletişim kurarken çoğu kez ihmal edilen bir nokta da şudur: Bir insan olarak bizim olaylara , olgulara bir bakış açımız vardır. Bu son derece doğaldır ve olması gereklidir de. Ama bizim bakış açımız olduğu gibi de diğer insanların bakış açıları da mevcuttur. Çoğu kez iletişimde bulunurken yaptığımız hata kendi düşüncelerimizin, bakış açımızın mutlak doğru ve bunların karşısındaki olan bakış açılarının ise yanlış olduğuna inanarak iletişim kurmamızdır. Ve bu hep kendi merkezciliğimiz, kendi paradigmamıza saplanıp kalmamız yüzünden de derinliği olan iletişim kurmaktan da mahrum kalırız. O zaman yapmamız gereken en sağlıklı işin bizden farklı görüşler ve bakış açılarıyla karşılaştığımızda, hemen bir güç savaşına girmekten kaçınmak ve diğer farklı bakış açılarını altında yatan sebeplerini de düşünerek ve de kendimizinkiyle karşılaştırarak anlamaya çalışmaktır. Bu da bizi başarılı bir iletişimci kılacaktır.

Mehmet Ferhat ÖZBEK
Uludağ Üniversitesi,
İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Arkonaç Sibel, Grup İlişkisi , Alfa Basım , Yayım Dağıtım1. Baskı Eylül 1993
Carnegie Dale, Dost Kazanma Ve İnsanlar Üzerinde Tesir Yapma Sanatı, Kitsan Yayınları, Sosyal Bilimler Dizisi,
Carnegie-2 Covey Stephan, Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı, Varlık Yayınları, 5. Basım Mart 1998,
Cüceloğlu Doğan, İnsan İnsana, 13. Basım, Remzi Kitabevi,
Cüceloğlu Doğan , İçimizdeki Biz, Sistem Yayıncılık, 1997 12.Baskı
Cüceloğlu Doğan, Yetişkin Çocuklar, Sistem Yayıncılık, 10.Baskı Haziran 1997
Cüceloğlu Doğan, İyi Düşün Doğru Karar Ver, Sistem Yayıncılık, 10. Baskı, 1998,
Dökmen Üstün,İletişim Çatışmaları Ve Empati,Sistem Yayıncılık,Mayıs 1997, 5.Baskı,
Giblin Les, İnsan İlişkilerinde Kendine Güven Ve Güç Elde Etmenin Yolları,Sistem Yayıncılık Kasım 1995
Mesiti,Pat, Hayalleri Olanlar Asla Uyumazlar, Sistem Yayıncılık, 1996, Birinci Baskı
Mutlu Erol, İletişim Sözlüğü, Ark Yayınevi, Haziran 1994,
Myers, Sharon Journal of Humanistic Psychology, Spring 2000, Vol. 40 Issue 2, p148, 26p
Usluata Ayseli, İletişim. İletişim Yayınları,1991 ,
Yavuzer Haluk, Ana Baba Çocuk,Remzi Kitabevi, 11. Baskı Ağustos 1999 S. 130





KRİZ ORTAMLARINDA İLETİŞİM VE İNSAN

KRİZ ORTAMLARINDA İLETİŞİM VE TEORİ-PRATİK DÜZLEMİNDE İNSAN

Şubat ayında sevgili siyasilerimizin MGK toplantısında yaşanan gerginliği muhteşem bir şeffaflık sergileyerek kamuoyuna yansıtmalarıyla tetiklenen ekonomik ve finansal kriz hakkında çok şeyler söylendi, suçlular bulundu, yorumlar yapıldı ve halen de yapılıyor. Böyle herkesin uzman olsun olmasın ya da yeterli ve gerekli bilgi altyapısına sahip olsun olmasın krizin değişik boyutları hakkında konuştuğu bir ortamda toplumsal bilinç ve zihniyet de iyice karışıyor ve doğrusunu söylemek gerekirse eğriyi-doğruyu ayırdetmek de güçleşiyor. İşte tam da yeni programın oluşturulması aşamasında, özelde medyanın sıkı markajında çalışmalarını sürdürmeye çalışan Ekonomi Bakanımız’ın yaşadığı, genelde ise siyaset, iş dünyası ve sendikalar arasında yaşanan en önemli sorunlardan birisi de iletişim ki krizin patlak vermesi de ciddi bir iletişim(sizlik) sorunundan kaynaklanmıştı. Krizin bizzat kendisini yönetmek asıl üzerinde durulan konu olarak ağır basmaktaysa da kriz iletişiminin yönetimi de krizin daha da derinleşmesine neden olunmaması ve üretilmeye çalışılan kriz çözümlerinin ve yeni ulusal programın piyasalar ve toplum nezdinde kabul ettirilebilmesi için anahtar bir rol oynuyor. Türkiye Halkla İlişkiler Danışmanlıkları Birliği (PRCI ICCO Turkey) ve Ünlü Konuşmacılar Birliği’nin (Celebrity Speakers Association) ortak girişimiyle 4 Nisan’da Hilton Oteli’nde düzenlenen “Kriz Yönetimi ve İletişim” konferansı da bu açıdan krizin finansal ve ekonomik boyutları ile birlikte iletişim tarafına da dikkat çekmesi hasebiyle katılımcılar açısından oldukça verimli oldu.
KRİZİN İNSAN BOYUTU
İnsan kişiliği ve ruh sağlığı üzerine birçok çalışması bulunan Prof. Dr. Özcan Köknel konferansta anlattıklarıyla aslında mikro ve makro düzeyde gerçekleşen krizler arasında benzerlikler olduğu yönündeki düşüncemi kuvvetlendirdi, çünkü her iki düzlem her ne kadar yapısal faklılıklar gösterse de temel aktör insanın oynadığı fonksiyonel rol, olayların gelişiminde ön plana çıkıyor. Prof. Dr. Köknel, yapılan bir araştırma sonucunda insan hayatında kriz olarak nitelendirilebilecek olağanüstü gelişmelere neden olan 43 “Yaşam Olayı”nın tespit edildiğini ve bunların 10’dan fazlasının bireylerin ekonomik durumunun bozulması veya bozulacağına ilişkin bir endişenin oluşmasıyla ilgili olduğunu belirtti. Bu tip durumlarda evvela bireylerin duygu durumlarının etkilendiğini ve şiddet, nefret, kin vb. duyguların ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Köknel, bunların da iletişimin kopmasına ve ölümüne neden olduğuna dikkat çekti. Kriz ortamında insanların kendileriyle ilgili sağlıklı ve doğru karar alma yetilerinin azaldığını veya çalışamaz hale geldiğini ve stresör ajanların devreye girdiğini söyleyen Prof. Dr. Köknel, “Bu durumda bireysel savunma düzenimizin oyununa gelmemeliyiz” şeklinde konuştu. Kişinin kendini savunma şekillerinin başında suçu veya kabahati başkasına atarak yansıtma ve durumu kendi zihni çıkar yapısına göre rasyonalize ederek çözüm bulmaya çalışma geliyor. İşte tam da Köknel’in belirttiği gibi temel yeti ve melekelerin yavaşladığı veya çalışamaz hale geldiği [kriz] ortamlarında birey bu yollara daha sık başvurabiliyor. İsterseniz biraz da bu durumun makro düzeyde nasıl yaşandığına bir göz atalım: Krize Cumhurbaşkanı neden oldu; Krizin sorumlusu İMF’dir... gibi çıkışlar yansıtmaya örnek olarak verilebilir ve bunların sayısı artırılabilir. Makro düzeydeki aktörleri izlerken ve onları değerlendirirken galiba onların üzerlerinde taşıdıkları görevler biraz fazla ön plana çıkıyor ki bu insanların taşıdıkları görev ve sorumluluklar çerçevesinde konuşmaları ve hareket etmeleri beklendiğinden bu durum normal olarak kabul edilebilir. Ancak bu aktörlerin de nihayetinde birer insan oldukları ve toplumsal veya politik statüleri ile sosyopsikolojik açıdan kendilerini gerçekleştirme (self-actualization) düzeyleri arasında bir doğru orantı bulunmak zorunda olmadığı göz önünde bulundurulursa zannediyorum daha sağlıklı durum analizleri yapılabilecektir.
KRİZ ÇÖZMEDE İLETİŞİM VE BASİRET
Alarko Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton da Alarko olarak yaşadıkları bir krizden bahsederek kriz yönetimi ve çözümüne dair deneyimlerini paylaştı. 1974 yılının Ağustos ayının bir Cuma gününde gerçekleşen ve şirketi kriz ortamına iten hadise şu şekilde cereyan ediyor: Alarko elinde bulunan senet ve bonoları nakde çevirmek amacıyla çalıştığı banka şubesine gönderiyor, işlem yapılıyor ancak para kredi hesabından cari hesaba aktarılmıyor ve bu durum ancak Pazartesi gününden sonra anlaşıyor. Alarko’un Pazartesi vadeli çekleri cari hesapta para bulunmadığından ödenmiyor ve çeklerin arkası kaşelenerek karşılıksız muamelesi görüyor. Bu olay piyasada hemen yayılıyor ve Alarko hakkında olumsuz şayialar dolaşmaya başlıyor. Hızlı gelişen bu durum karşısında hemen bir kriz masası kuruluyor ve piyasaya güven vermek açısından acilen piyasadaki Alarko çek ve senetlerini ellerinde bulunduranlardan isteyenlere, gerekli faiz iskontosu yapılarak derhal ödeme yapılacağı duyuruluyor ve bu yapılıyor. Krizi çözmek için açık ve şeffaf davranmanın ve çalışanları motive etmenin hayati olduğunu belirten Alaton, çalışanlarının tümünü toplayarak durumu anlattıklarını ve işçilerinden ciddi fedakarlık gördüklerini anlattı. Bu krizin kendilerini nakit konusunda oldukça hassas yaptığını söyleyen Alaton şirket olarak benimsedikleri “3 Top” kuralından bahsetti. “Ciro, kar ve likidite elimizdeki 3 toptur. Bunlardan ilk ikisi lastik ancak likidite demir toptur. Lastik toplar yere düşer ancak tekrar zıplarlar, fakat demir top düştü mü bir daha zıplamaz, bu yüzden nakit dengesi hep pozitif olmalı.” diyen Alaton, şirketlerin karlılıktan değil, likidite sıkıntısından dolayı zor duruma düştüklerini vurguladı.
Alaton uzun süredir hakim olan ve değişmeyen siyaset yapısına da değindi. 50 yıldır vasat insanlarla yönetildiğimizi, bunların da yanlarına daha vasat insanlar aldıklarını söyleyen Alaton, “Vasat olmayanlar da erken susturuldular veya küstürüldüler.” dedi. Alaton’un bu çıkışı aslında, iş dünyasının ve hatta son zamanlarda Bakanların da yakındığı Ankara’nın hantal büroktatik yapısına açık bir eleştiri. İşin garibi artık Ankara’dakilerin de bu eleştiri kervanına katılması. Statükonun devam etmesine onlar da engel olamıyorsa bu durum ortada henüz netleşmemiş bazı yapılanmalar olduğunu gösterir ki bu, Alaton’un ve hemen herkesin dikkat çektiği şeffaflaşma olgusuna her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz anlamına gelmektedir. Sivil toplumun gelişmesi ve kamunun ekonomideki payının azalmasıyla yeni dönemde şeffaflık daha fazla önem kazanacaktır, daha doğrusu kazanmak zorundadır.
KRİZLERDE İLETİŞİMİN YÖNETİMİ ISKALANIYOR
Kriz zamanları karar yapıcı olsun olmasın hemen herkesin dikkati “bu krizi nasıl çözeriz” sorusunda odaklanıyor. Kriz ortamından etkilenen değişik aktörler arasında doğru ve açık bir iletişim sağlayabilmek ise kriz yönetiminde anahtar bir rol oynasa da bu kavrama gereken önem verilemiyor. ORSA Stratejik İletişim Danışmanlığı şirketinin sahibi Salim Kadıbeşegil krizlerde ağırlıklı olarak kriz yönetiminin öne çıktığını ancak kriz yönetimi iletişiminin ıskalandığını belirterek bu noktaya parmak basıyor. Her şirketin vizyonunu simgeleyen bir gelecek planı olması gerektiğini, bu planın krizin nasıl yönetileceğini ve iletişiminin nasıl sağlanacağını gösterdiğini söyleyen Kadıbeşegil, güven, kriz yönetimi ve iletişim ile rekabet gücü unsurlarının gelecek planını oluşturduğunu anlattı. Kurum içinde ve dışında güveni tesis etmek için şeffaflık ve liderliğin kilit rol oynadığının altını çizen Kadıbeşegil, kurum ile çalışanlar, bayiler, tedarikçiler, yatırımcılar, medya ve sendikalar arasında bulunan bilgi koridorlarının da doğru bilgilerle şeffaf bir şekilde doldurulmasının kriz yönetimi ve iletişiminde çok önemli bir rol oynadığına dikkat çekti. Kadıbeşegil esas olarak vizyonsuzluğun krizleri ürettiğini belirterek, vizyon koyup, gerekli ölçümleme ve araştırmaların yapılmasıyla oluşturulacak gelecek planlarının krizleri engellemeye veya krizlere hazırlıklı olmaya yardımcı olacağını kaydetti.
DEĞİŞİM İÇİN İRADE VE “AÇIK TOPLUM”
Buraya kadar söylenenler veya söylenmeyip de hep duyduğumuz, okuduğumuz ve dinlediğimiz bilimsel yahut tecrübi bilgiler, gerçekler ortada dururken, neden krizler “ben geliyorum” dercesine ortaya çıkar, kriz yönetimi ve iletişimi bir türlü adamakıllı sağlanamaz? Bu sorunun cevabı aslında hemen herkesin bireysel ve/veya kurumsal kimlikleri içerisindeki yaşamlarında gizli, çünkü yapısallaşma ve kurumsallaşma eksikliğinin söz konusu olduğu ülkemiz gibi bir ortamda bütün, parçaların toplamına eşit oluyor ve maalesef parçaların salt toplamından farklılaşıp, daha gelişkin ve üstün bir yapı oluşturamıyor. Prof. Köknel’in de konuşmasında belirttiği ve Sokrates’in de okulunun kapısının üzerine yazdırttığı “Ey insan kendini bil” deyişiyle dile getirilen insanın kendini tanıması olgusu temelde özel veya profesyonel hayatlarımızda yaşadığımız olumlu ve olumsuz olayların altında yatan temel unsurların başında geliyor. Köknel Hoca’ya sordum, “Hocam insanın kendini tanıması bu kadar temel, bu kadar hemen her şeyin altında yatan bir unsur iken, niçin çözemiyoruz? Acaba insanlar kendilerini nasıl tanıyacaklarını mı bilmiyorlar?” Hoca’nın verdiği cevap aslında herşeyi çok güzel ortaya koyuyor: “Okumuyoruz. Affınıza sığınarak şunu söyleyeyim, sadece benim bu konuda 10’u aşkın kitabım var ve dahi bu konuda literatür çok zengin. Ancak, kitapların çok olmasının aksine okuma oranı çok düşük.” Ben Özcan Köknel Hoca’nın söylediklerine ilaveten şunu da belirtmek isterim ki okuma oranı düşüklüğüne paralel olarak okunulan veya duyulan bir takım doğruluk ve gerçeklikleri pratik hayata uygulamada da ciddi sorunlar olduğuna inanıyorum. Kimyasal terimlerle konuşacak olursak hayat bir karışım değil, bir bileşimdir, yani “bende A-B-C özellikleri var, işte şu kitapta okuduğum F de bence güzel ve doğru, hadi bunu da içime alayım” demek olmuyor. A-B-C toplamda X gibi bir bileşiği, bir sentezi (kişiyi veya kurumu) oluşturur ki F gibi yeni bir elementi içeri almak bu sentetik yapıda değişikliklere neden olacaktır. Bu değişiklik ya yeni bir sentezin doğması ya da mevcut sentetik yapının form değiştirmesi şeklinde olacaktır. Bu noktada önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar değişimin kaçınılmaz olduğu söylense ve sağlayacağı faydalardan bahsedilse de bireylerin, özellikle de kurumların değişimi kabul etmesi, başlatması, sindirmesi ve kendini değişime adapte etmesi hiç de kolay olmadığından, yüksek seviyede kararlılığa ve güçlü bir liderliğe ihtiyaç duyulur. Basitçe ifade edecek olursak, doğruların ve değişimin gerekliliği ile ilgili tavsiyelerde bulunurken size yöneltilen “doğru söylüyorsun ama...” ifadesi, genel anlamda doğruların ortada durduğunu ancak bunları uygulayacak iradenin eksik olduğunu göstermektedir. Büyük bir ivmeyle birbirine bağlanan ve değişen; 1 güneş yılının 7 Net yılına eşit olduğu ifade edilen günümüz küresel dünyasında herkesin ağzında haklı olarak pelesenk olan değişim kavramı ülkemiz sınırlarından girer girmez şoka uğruyordur her halde. Siyasetin ve siyasetçilerin uzun yıllar değişmeden devam ettiği ve değişime ayak dirediği ülkemizde belki eskiye oranla daha büyük bir kesim değişim istiyor, değişim için bastırıyor ama kemikleşmiş yapıların değişmesi de birden olmuyor. Kant’ın ifadesi içinde toplumsal bilincin gerçek anlamda “aydınlatılması” ve bu bilinci baskı altında tutan “gardiyan” sınıflarının elimine edilmesi bu değişimin önünü açacaktır ki zannediyorum Karl Popper’in “Açık Toplum ve Düşmanları” kitabında bahsettiği açık topluma da bu şekilde ulaşılacaktır.

Kaynakça : ALKIM Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri Ltd. Şti